Son Güncelleme Tarihi 16.04.2003
 

 

Çeviri:

 

ABD’nde Terör Saldırısı ve Afganistan’a Karşı Savaş

- Uluslararası Hukuk Hangi Yanıtları Verir? -*

Markus Krajewski** & Osman Can***

 

                       I.      Giriş

1.      Dünya Ticaret Merkezine yönelik saldırının üzerinden henüz haftalar geçmişken Pentagon, uluslararası toplumu karar vermeye zorluyor. New York ve Washington’daki saldırılardan zarar gören insanlar ise nerdeyse tamamen kamu oyunun ilgi alanından çıkmış durumda. Siyaset ve Medya, tamamen süslü ve retorik ifadelerle ilan edilen “Teröre karşı küresel savaş” üzerine yoğunlaşmış durumda; tabi ki bu tür bir “Savaş”ın kapsamı ve hedefi konusunda, bir uzlaşıya varmaksızın ve bu yönde herhangi bir endişe duymaksızın… “Teröre karşı savaş” şimdilik Afganistan’da egemen Taliban Rejimi’ne Karşı Savaş’a indirgenmiş durumda. Amerika Birleşik Devletleri ve İngiltere’nin askeri operasyonları her ne kadar Kuzey Amerika ve Avrupa’da geniş bir kamuoyu desteği sağlasa da, bunların “Terörizme karşı savaş”a etkili bir katkı sağlayacağı oldukça kuşkuludur. Şimdiden kesin olan, bu girişimlerin Afganistan’daki insani dramı arttırdığıdır.

2.      Bu çalışmada hem terör saldırıları hem de buna tepki niteliğindeki askeri operasyonlar ilk ve geçici bir uluslararası hukuk değerlendirilmesine tabi tutulacaktır.[1] Bu değerlendirme takip eden argümantasyon tarzına dayanmaktadır: New York ve Washington’a yönelik saldırılar BM-Şartının 39. maddesine göre uluslararası güvenliğe tehdit ve yine BM-Şartının 51. maddesine göre silahlı saldırı olarak değerlendirilebilir. Bu kurallar ilkesel olarak ABD’nin kendini savunma hakkına dayanma yetkisi vermektedir. Bununla birlikte kendini savunma hakkının kullanılmasında, saldırıların bir devletten değil, devlet dışı, uluslararası terörist organizasyondan kaynaklanmasından doğan özel sınırlara uymak zorunludur. Bu sınırlar Taliban’a karşı yürütülen güncel savaş ile aşılmış bulunmaktadır.

                     II.      Saldırıların Uluslararası Hukuk Bakımından Değerlendirilmesi

3.      New York ve Washington saldırılarının hukuksal değerlendirilmesi için, bir kere daha olay ve olayın bilinen veya olası arka planını hatırlamakta yarar vardır.

1.    New York ve Washington Saldırıları

4.      11 Eylül 2001 sabahı ABD’ne ait dört yolcu uçağı az çok eşzamanlı olarak, yolculara arasındaki birden fazla kişi tarafından ele geçirilir. Uçakların pilotları büyük bir olasılıkla öldürülür ya da etkisiz hale getirilir. Uçaklardan ikisi saat 9.00’dan kısa bir süre sonra Dünya Ticaret Merkezinin (WTC) güney ve kuzey kulelerine, bir diğeri ise bunlardan kısa süre sonra ABD Savunma Bakanlığına çarpar. Dünya Ticaret Merkezinin iki kulesi çarpışmadan bir süre sonra herhalde yük ısı oluşumu nedeniyle tamamen çöker.[2] 4. Uçak ise, muhtemelen uçağı kaçıranlar ile yolcular ya da kabin görevlileri arasındaki mücadele sonrası Pennsylvania’da bir tarlaya çakılır. Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon saldırıları sonucu 5.500 civarında insan öldü.[3] Bu saldırılar, modern tarihte bu güne kadar yapılan saldırılardakinden fazla insan ölümüne neden oldu.[4]

5.      Şimdiye kadar uçak korsanlarının kimlikleri hakkında yalnızca tahminlerde bulunulabiliyorsa da, onların yalnız olmadıklarını, bilakis birçok destekçi, yardımcı ve teşvikçilerinin olduklarını ve uluslararası organize bir ilişki içinde olduklarını kabul etmek gerekir. Faillerin ve yardımcılarının radikal İslamcı gruplara mensup olup olmadıkları, ya da ne oranda oldukları, henüz kesin bir şekilde ortaya konmuş değil. Aynı şekilde “El-Kaide” örgütünün ve Suudi Arabistan kökenli multimilyoner Usame Bin Ladin’in olayla bağlantısı yalnızca tahmin edilmektedir. Saldırıdan hemen sonraki açıklamaların aksine ABD makamları bu tahmini güçlendirecek sağlam kanıtlar sunabilmiş değiller.[5] Bununla birlikte Bin Ladin’in son açıklamaları, onun olayla bağlantısını tamamen olanaksız da kılmamaktadır. Bu çalışmada Bin Ladin ve “El-Kaide”nin saldırılardan sorumlu oldukları varsayılmaktadır. Faillerin “El-Kaide” ve Bin  Ladin ile bağlantıları varsa, bu durumda New York ve Washington’a yapılan saldırıların ulusal boyutu aşan uluslararası terörizm eylemi olduklarını kabul etmek gerekir.[6]

2.    Uluslararası suç mücadelesi ve Uluslararası Ceza Hukuku

6.      New York ve Washington'a düzenlenen saldırılar, öncelikle ABD ulusal ceza hukukunun uygulanabileceği bir suçu oluşturmaktadır.[7] Ne eylemlerin kapsamı ve saldırganlardaki insanlığa kast edici bu enerjinin boyutu, ne de eylemin gerçek terör nedenleri ve ya saldırganların uluslararası bağlantıları, bu durumu değiştirmez. Cinayetin uluslararası bağlantısı ise eylemin aydınlatılması, takibi ve önlenmesi konusunda özel uluslararası işbirliğini gerektirmektedir. Uluslararası suç mücadelesi, uluslararası sözleşmelere dayanıyorsa, “uluslararası terörizm”e ilişkin ilk uluslararası hukuksal bağlantı noktası var demektir.[8] Söz konusu olabilecek olan, 1970 ve 1971 tarihli Uçak Kaçırma ve Uçuş Güvenliğine Saldırılar Konvansiyonu, 1997 tarihli Bombalı Terör Saldırılarına Karşı Konvansiyon ya da 1999 tarihli Terörizmin Finansmanına Karşı Konvansiyon gibi birçok konvansiyon vardır.[9] Bu Konvansiyonlarda sözleşmeci devletler belirli bazı (Uçak kaçırma, bombalı saldırılar, terör eylemlerinin finansmanı gibi) davranışları cezalandırma, uygun eylemleri araştırma ve takip etme, zanlıları iade etme ya da onlara karşı dava açma ve terörizmle savaşımda işbirliği yapma yükümlülüğü altına girmektedirler. Bu şekilde, Konvansiyonlar ulusal ceza hukuku ve suçların takibi alanlarında devletlere haklar ve yükümlülükler yüklemektedir; ancak doğrudan doğruya terörist saldırılara ve onların faillerine uygulanamazlar.

7.      Uluslararası terör saldırılarında devlet organlarının eylemlerinin değil de yalnızca bireysel eylemlerin söz konusu olması durumunda, Uluslararası hukukun doğruda uygulanıp uygulanamayacağı ilkesel sorusu ortaya çıkar, çünkü uluslararası hukuk geleneksel olarak yalnızca devletler arası ilişkileri düzenler. Geçen on yıllarda gittikçe artan oranda bireyler de uluslararası hukuk kaynaklı hakların (İnsan Hakları) ve ödevlerin (Uluslararası Ceza Hukuku) süjesi olarak kabul edilmeye başlandı.[10] Uluslararası ceza hukukunun uygulanışı şu ana kadar local/yersel ve temporal/zamansal olarak Birleşmiş Milletlerin Yugoslavya ve Raunda Savaş Suçları Mahkemesinin yargılamasıyla sınırlı kaldı. Bununla birlikte 1999 Roma Anlaşmasıyla Uluslararası Ceza Mahkemesi* Statüsünün kabul edilişiyle, saldırıların uluslararası ceza hukukunca ele alınmasını sağlayacak in statu nascendi (oluşum durumunda) Uluslararası hukuk yaratılmış oldu.

8.      Uluslararası Ceza Mahkemesinin statüsüne göre New York ve Washington'a düzenlenen saldırılar İnsanlığa Karşı Suç kapsamında değerlendirilebilir.[11] Uygulanabilecek hüküm Statünün 7. maddesinin 1 (a) fıkrasıdır, ki buna göre bir cinayet, eğer sivillere yönelik bilinçli, geniş kapsamlı ya da sistematik bir saldırının parçası ise, “insanlığa karşı suç” olarak anlaşılmalıdır. [12] “Sivillere yönelik saldırı”dan, aynı maddenin 2. fıkrasına göre, sivil halka karşı birden fazla önemli (ağır) (örneğimizde: öldürme) suç işlenmesinin anlaşılması gerekir. Bu eylemlerle bir devlet politikası ya da organize bir siyasetin takip ediliyor veya destekleniyor olması gerekir.[13] Saldırılar binlerce kişinin tek eylemle öldürülmesini kapsamakta, sivil halka yönelik ve –nasıl tanımlanırsa tanımlansın- “El-Kaide” örgütünün “politikası”nı takip etmekteydi.

9.      Teröristlerin bu ilkelere göre uluslararası bir ceza mahkemesi tarafından cezalandırılmaları ise şu an henüz mümkün değildir.** Gerçi teröristlerin günün birinde kurulacak olan Uluslararası Ceza Mahkemesinde yargılanacakları düşünülebilir. Ancak bunun mahkumiyetle sonuçlanması oldukça zor olurdu, çünkü Mahkemenin yargı yetkisi, Statünün 11. maddesinin 1. fıkrası uyarınca, ancak Statünün yürürlüğe girmesinden sonraki olaylarla sınırlıdır. Şu ana kadar Statüyü 139 Ülke imzalamış, ancak yalnızca 37’si onaylamış bulunmaktadır.[14] Statü 126. madde uyarınca ancak 60. onaylamayla yürürlüğe girebilecektir. Bu nedenle Den Haag (Yugoslavya) ve Arusha (Raunda) benzeri BM Mahkemelerinin Güvenlik Konseyi kararıyla kurulması daha doğru olur. Bu tür bir mahkeme, ya yargı yetkisi olarak yalnızca 11 Eylül 2001 saldırılarıyla sınırlı tutulur, ya da genel bir BM-Terör Mahkemesi olarak kurulabilir.[15] 11 Eylül olaylarıyla sınırlı bir mahkemenin kurulması daha az hukuksal sorun doğurabilecek ve uygulanacak hukuk olarak Den Haag ve Arusha’daki mahkemelerde uygulanan Uluslararası Ceza Hukukuna başvurulabilecek iken, genel bir mahkemenin kurulması ise çok zorlu tanım sorunlarının çözülmesini gerektirir. Ayrıca genel bir mahkemenin kurulmasının Güvenlik Konseyinde, sınırlı bir mahkemeden daha fazla itirazla karşılaşması beklenir. Kuruluş yerinin ne bir batı ne de bir Müslüman ülke olduğu Uluslararası bir mahkeme[16] ile, uluslararası terörizmin koğuşturulması ve cezalandırılmasının gerçekten de bir bütün olarak Dünya Toplumunun görevi olarak görüldüğü dünya kamuoyuna gösterilebilir.

3.     Uluslararası barışı koruma hukuku

10.  ABD’ne yapılan terör saldırısının boyutları, uluslararası ceza hukukunun değerlendirme için yeterli olup olmadığı sorusunu da ortaya çıkarmaktadır. Mağdurların sayısı ve yıkımın boyutları, saldırıları bir terör saldırısından öte bir savaş eylemiyle karşılaştırılabilir kılmaktadır.[17] Uluslararası terörizm, insanların barış ve güven içinde birlikte yaşamını tehdit etmekte ve çoğunlukla bir ya da birkaç ülkenin bütünlüğünü hedef almaktadır. Bu nedenle uluslararası terörizmle savaşım, BM Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi tarafından uluslararası barışın korunması adına Birleşmiş Milletlerin en önemli görevi olarak kabul edilmiştir.[18]

11.  Terör saldırılarının barış ve güvenliği tehdit eder boyutu, uluslararası terörizmin barışı koruma hukukuna göre değerlendirilmesini haklı kılmaktadır. “Barışı koruma hukuku”ndan, genel olarak ulusların barış içinde birlikte yaşamını ve özel olarak da (askeri) güç kullanımını düzenleyen uluslararası hukuksal normları anlamak gerekir. Özellikle BM-Şartının Md. 2/4’teki güç kullanım yasağı, Md. 39 ve VII bölümdeki kolektif barış güvenliği kuralları ile Md. 51’deki savunma hakkı ve sınırları bu normlardan sayılır. Ayrıca bölgesel barış güvenliği ve savunma organizasyonları (örn. AGİT/OSCE veya NATO) kuralları da bu türdendir.

a.  Barışı koruma hukukunun bağlantı noktası olarak dünya barışı ve uluslararası güvenlik tehdidi

12.  BM-Şartının 39. maddesine göre, “barışı tehdit ya da ihlal edici veya saldırı niteliğinde bir eylemin” bulunup bulunmadığını Güvenlik Konseyi saptar ve “önerilerde bulunur ya da Md. 41 ve 42 uyarınca dünya barışı ve uluslararası güvenliğin korunması veya tesisi amacıyla hangi tedbirlerin alınacağını belirtir.” Güvenlik Konseyi yakın geçmişte Şartın 39. maddesindeki normatif unsur alternatiflerinden hemen hemen yalnızca “barış ve güvenliğin tehdit edilmesi” kavramını kullandı.[19] Bu bakımdan “Dünya barışı ve uluslararası güvenliğin tehdit edilmesi”nin tespiti, Güvenlik Konseyinin son yıllardaki önemli uygulamalarının modus operandi’si haline geldi. Bu nedenle – ve her üç alternatifin hukuksal açıdan eşit olarak yan yana durmalarından dolayı – aşağıda, uluslararası terörizmin BM-Şartının 39. maddesi uyarınca dünya barışı ve uluslararası güvenlik için tehdit olup olmayacağı ya da ne zaman olabileceği sorunun incelenmesi yeterli olacaktır.

13.  BM-Şartının temel felsefesi, yalnızca askeri ve devletlerararası güç kullanımının yasaklanmasına değil, bunun yanında temel bir insan hakkı olan yaşam ve güvenlik hakkına saygı ve korunmasını da kapsayan pozitif ya da geniş bir barış kavramına dayanmaktadır.[20] Bu barış kavramına dayalı olarak geçmişte Güvenlik Konseyi, en ağır ve yoğun insan hakları ihlallerini dahi uluslararası barışa yönelik tehdit olarak kabul etti.[21] Bu bağlamda uluslararası terörizmi de dünya barışı ve uluslararası güvenlik için önemli bir fenomen olarak görmek gerekir.

b.  Uluslararası terörizmin BM-Organları tarafından şu ana kadar ki değerlendirilmesi

14.  BM Güvenlik Konseyi defalarca, uluslararası terörizmin “uluslararası ilişkileri zedelediğini”, “devletlerin güvenliğini tehlikeye attığını” ve “bölgelerin dengesini bozucu etki doğurabileceği”ni saptadı.[22] Ancak bu güne kadar ki Güvenlik Konseyi pratiğine bir göz atıldığında, Güvenlik Konseyinin yakın geçmişe kadar uluslararası terörist eylemlerini değil, aksine yalnızca bu eylemlerin bir devlet tarafından desteklenmesi ile devletlerin terörizmle mücadeleye katkıdan kaçmasını barış için doğrudan bir tehdit olarak kabul ettiği görülür.

15.  Önemli pratik, 1992 yılında Lockerbie üzerinde PanAm 103 sefer sayılı uçağa yönelik saldırı üzerine alınan kararla başladı. İlkönce Güvenlik Konseyi saldırıyı kınar ve Libya’yı, özellikle sorumluların iadesi yoluyla terörle mücadelede işbirliğine çağırır.[23] Kısa bir süre sonra Konsey, Libya’nın bu çağrıya uymamasının dünya barışının ve uluslararası güvenliğin tehdidi anlamına geldiğini belirtir.[24] Bu nitelendirme 1993 yılında bir kere daha onaylanır.[25] Güvenlik Konseyi bu saptamayı, BM-Şartı Bölüm VII uyarınca Libya’ya karşı ambargo uygulanmasına gerekçe yapar. Güvenlik Konseyi benzer biçimde Sudan’ın, Mısır Devlet Başkanı Mübarek’e karşı girişilen suikastın olası iştirakçilerinin Mısır’a iadesine yanaşmamasını, dünya barışı için tehdit olarak kabul eder. Burada da tehdit saptamasını yapmadan önce bu yöndeki talebi içeren bir Konsey kararı Sudan’a iletilmişti.[26]

16.  Afganistan ile birlikte Güvenlik Konseyi bu karar uygulamasını genişletti. 1996 yılında Konsey yalnızca, “Afganistan’daki durumu terörizm ve uyuşturucu ticareti için –bölge üzerinde dengelere olumsuz etki yapabilecek- verimli bir zemin” olduğunu saptamıştı.[27] Konsey 1996 yılında Taliban’dan, uluslararası teröristleri alıp eğitmekten vazgeçmesini talep eder ve tüm Afgan silahlı güçlerinden ünlü teröristleri hesaba çekmelerini ister.[28] Bu taleplerin karşılanmaması üzerine, Güvenlik Konseyi tarafından 1999’da ve tekrardan geçtiğimiz yıl (2000-ÇN) dünya barışı ve uluslararası güvenlik için tehdit olduğu saptanır. [29] Henüz 1999 yılında Taliban’ın Bin Ladin için bir “safe haven” (güvenli bölge) hazırlaması, terörist eğitim kampları şebekesi kurmasına ve Afganistan’ı uluslararası terör eylemlerinin kaynağı olarak kullanmasına izin vermesi Güvenlik Konseyi tarafından kınanmıştı.[30] Konsey o zaman dahi Taliban’dan, ABD tarafından aranılan Bin Ladin’i teslim etmesini ister[31] ve Şartın VII. bölümü uyarınca yaptırımların uygulanmasına karar verir.[32] Bu Afganistan kararlarıyla Konsey, yalnızca devletlerin terörle mücadelede işbirliğiyle yükümlü olmadıklarını, bu yükümlülüğün de facto-Taliban rejimini de kapsadığını kabul eder.[33]

17.  Her ne kadar Güvenlik Konseyi ve Genel Kurul çeşitli kararlarda, terörist eylemlerin uluslararası barışı ve güvenliği ilke olarak bozabileceklerini vurgulamış olsa da, somut bir terör saldırısını gerçekten dünya barışı için tehdit olarak nitelendirecek kadar ileri gitmemişti. Gerçi Güvenlik Konseyi uluslararası terör yoluyla barış ve güvenliğin pekala tehdit edilebileceğini kabul etmeye başladı.[34] Ancak yalnızca Güvenlik Konseyi kararlarına uyulmaması bugüne kadar gerçek tehdit olarak kabul edilmişti. Bu değerlendirme, bugüne kadar neredeyse tartışmasız olan ve uluslararası barışı koruma hukuku için yalnızca devlet eylemlerinin önemli olduğu görüşüne dayanmaktaydı. Buna göre devlet dışı organizasyonlar barışa tehdit ve barışın ihlali için, uluslararası hukuk bakımından sorumlu olamazlardı. Ancak Güvenlik Konseyinin New York ve Washington'a düzenlenen saldırılarından sonra bu anlayışa artık sıkı sıkıya bağlı olmayacaktır.

c.  Uluslararası Terörizm nitelendirmesinin Güvenlik Konseyinin 1368 ve 1373 sayılı kararları yoluyla genişletilmesi

18.  Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi saldırılardan bir dün sonra bu konuya eğilir.[35] Konsey bu hızlı reaksiyonuyla BM-Şartı Md. 24/1’den kaynaklanan uluslararası barış için “asli sorumlu” olma niteliğini etkin bir biçimde kanıtlamış oldu. Konsey saldırıları oybirliğiyle ve en ağır biçimde lanetledi ve aynı zamanda öldürülenlere, ailelerine ve ABD halkına üzüntü ve başsağlığı dileklerini ifade etti. Aynı zamanda saldırıları açıkça dünya barışı ve uluslararası güvenlik için tehdit olarak saptadı.[36] Bununla Konsey, bu saptamaya -diğer kararlarda olduğu gibi mülahaza nedenleri içinde değil, aksine- kararın operatif/sonuç kısmına almakla özel ve etkin bir geçerlilik tanıdı. Konsey, saldırıları “tüm diğer uluslararası terörizm eylemleri gibi” dünya barış ve uluslararası güvenlik için tehdit olarak gördüğü biçimindeki formülasyonla, aynı zamanda somut nedeni aşan bir değerlendirme yaptı. Bu değerlendirmenin yalnızca güncel olayların doğrudan etkisiyle alınmış olmadığı, Konseyin bu değerlendirmeyi kısa süre sonra yine yapması ve görüşünü açıkça tekrarlamasıyla anlaşılmış oldu.[37] Bununla Konsey bilinçli olarak yalnızca 1368 (2001) nolu karara değil, aynı zamanda genel nitelikli 1269 (1999) nolu terörizm kararına dayandı.

19.  Bu yeni uygulamayla, on yıl önce başlayan bir gelişme geçici doruk noktasına ulaşmış bulunmaktadır. 688 sayılı kararda Kuzey Irak’taki göç felaketiyle ilk defa bir ulusal sorun – her ne kadar göçmenlerin her an sınırı aşabilmeleriyle uluslararası bir boyut sürekli mevcut olsa da – bir karar konusu olmuştu.[38] Takip eden yıllarda gittikçe sıklaşan oranda ulusal eylemler barış için tehdit olarak görüldü. Ancak yakın zamanlarda devlet dışı aktörler Konsey tarafından kararların adresi olarak görüldü.[39] Gerçi her iki olgu da genellikle belirli bir ülke toprağıyla sınırlıdır, ancak –komşu ülkelerdeki durumlardan dolayı – sonuçta devletlerarası ilişkilerle bir bağlantı içermektedir.

20.  1368 ve 1373 numaralı kararlarda artık Güvenlik Konseyi barışa yönelik tehdit için, ne devlet davranışına ne de belirli bir ülke içi eyleme dayanmamaktadır. Konsey uluslararası terör eylemlerinin barış için tek başına tehdit oluşturduğundan hareket etmektedir. Bununla devlet dışı aktörlerin yalnızca bir ülke içinde değil, aynı zamana uluslararası boyutta da barış için tehdit oluşturabileceği kabul edilmektedir. Konsey bu şekilde barış kavramını yalnızca devletsel bağlantıdan soyutlamaya başlamıştır. Bu soyutlama, bu tür bir devlet bağlantısının ve yine yalnızca ülkesel egemenliğe dayalı barış anlayışının, uluslararası güvenliğe yönelik yeni tehditler karşısında yetersiz olduğu tecrübesine dayanmaktadır. Bu yeni tehditler, ağırlıklı olarak yetersiz çaba ya da üstü kapalı müsamaha nedeniyle devletlerce kontrol edilmeyen özel kişilerden kaynaklanmaktadır. Bireylerden kaynaklanan şiddet kullanımı, geleneksel olarak devletsellik temelli güvenlik konseptini iki yönden zayıflatmaktadır: bir taraftan devlet-dışı şiddet kullanımının, devlet kaynaklı güç kullanımı boyutlarına ulaşabildiği görülmektedir. Öte yandan devletsel güç tekeli bu tür bireysel güç kullanımı karşısında ancak sınırlı bir koruma sağlayabilmektedir. Bu durumda uluslararası ve ulusal güvenlik artık kesin bir biçimde belirlenebilir olmaktan çıkmaktadır. Bu bakımdan ABD’deki saldırılarla bireylerden kaynaklanan güç kullanımı (Kongo Demokratik Cumhuriyetinde veya Sierra Leone’deki “war lords” ya da Kolombiya’daki ölüm komandoları) paralel nitelik göstermektedir.[40]

21.  Güvenlik Konseyinin yeni uygulaması gösteriyor ki, Konsey artık geleneksel uluslararası güvenlik konseptini terk etmiş ve uluslararası barışı koruma hukukunu esnek bir biçimde yeni gelişmelere uyarlamıştır. Bu uyarlama, yalnızca yeni realitelerin tanınması ve bu realiteleri düzenleyen yeni hukuksal kurallar arayışına dayanmamaktadır. Bu, BM-Şartının uluslararası barışı korumanın merkezi kanonu (kurallar bütünü) olma konumunda normatif gerekçesini bulmaktadır. BM-Şartının uluslararası terör eylemlerine doğrudan uygulanmasıyla “uluslararası toplumun anayasası” olma özelliği kendini göstermektedir.[41] BM-Şartı, uluslararası toplumun barışçı bir şekilde yapılandırılmasına yönelik kesin kurucu ilkeler içermektedir. Güç kullanım yasağı, işbirliği zorunluluğu, insan haklarının korunması ve uluslararası dayanışma yükümlülüğü bu ilkelerden sayılır. ABD’deki saldırılar gösteriyor ki, devlet dışı aktörler, yoğunlukları bugüne kadar ancak savaş niteliğindeki çarpışmalarla sınırlı olabilecek güç kullanımında bulunabilecekleri durumda ve niyettedirler. Savaş niteliğindeki çatışmaların önlenmesi BM-Şartının temel hedefi olduğundan, Şartın ilkelerinin ve özellikle barışın korunmasına ilişkin temel ilkelerinin New York ve Washington'a düzenlenen saldırılar gibi terörist eylemlere uygulanmaması, onun ruhuna ve kurucu anlamına aykırı olur. Bu durumda, BM-Şartının anayasal perspektifinin, onun düzenleme alanının, her halükarda temel esprisine uygun olarak devlet dışı aktörlere de uygulanmasına izin vermektedir.

4.    Terör saldırıları “savaş niteliğinde” bir eylem midir?

22.  Barışın korunması hukukunun devlet-dışı aktörleri de kapsaması, terör saldırıların aynı zamanda “savaş niteliğinde” bir eylem olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği sorusunu gündeme getirir. Siyasal tartışmalar bu nitelendirme tarafından biçimlenmektedir. BM-Şartı, -başlangıç kısmını bir kenara bırakırsak- “savaş” kavramını yalnızca ikinci dünya savaşı bağlamında kabul eder.[42] Diğer uluslararası sözleşmelerde de “savaş” kavramının genel kabul gören bir tanımı yoktur.[43] Geleneksel tanım, birden fazla devlet arasında, ya da bir devlet ile savaş halindeki devlet-dışı gruplar arasındaki silahlı husumeti içermektedir (recognition of belligerency).[44] Bunun yanında savaşan taraf olarak tanınma konsepti tarihsel olarak geçerliliğini yitirmiş bulunmaktadır: 1945 yılından bu yana uluslararası pratikte hiçbir biçimde söz konusu olmadı ve anlamsızlaştı.[45] Her halükarda “El-Kaide” örgütü savaşan taraf olarak tanınmamıştır ve Afganistan devletini ise hiçbir biçimde temsil etmemektedir.[46] Yalnızca bu nedenle dahi, New York ve Washington'a düzenlenen saldırılarına ve bu saldırılara karşı düzenlenen askeri operasyonlara savaş kavramını uygulamak olanaksızdır.[47] Bunun dışında savaş kavramından genel olarak tekil bir saldırı değil, belirli bir kapsam ve sürekliliği olan silahlı çatışmalar anlaşılmaktadır.[48] Şu an “El-Kaide” ve ABD ya da diğer ülkeler arasında süreklilik gösteren bir askeri çatışma söz konusu olmadığından, güncel çatışma durumunun “savaş” olarak nitelendirilmesi olanaksızdır.

                  III.      Uluslararası Hukuk Açısından Taliban’a Karşı Savaş

23.  7 Ekim 2001 tarihinde ABD ve İngiltere öngördükleri plan çerçevesinde Afganistan’a Raket ve hava saldırılarında bulunmaya başladılar. Saldırıların açık öncelikli hedefinin Taliban’ın askeri sistem ve hedefleri  ile Bin Ladin’in olası ikamet yerinin olduğu görülmektedir. Ancak (havaalanları gibi) önemli altyapı sistemlerinin  de hedeflendiği ortada.[49] Bu arada gittikçe artan oranda siviller de saldırılara hedef olmaktadır.[50] 20 Ekim gecesi savaş, öncelikli hedefleri Taliban mevkileri olan özel birliklerin kara harekatını içine alacak biçimde genişledi.[51] Bu dar boyutlu kara harekatıyla yetinilip yetinilmeyeceği ve yalnızca Taliban mevzilerinin değil, Bin Ladin’in de yakalanmasının amaçlanıp amaçlanmadığı henüz bilinmemektedir. Taliban’ın Kabil ve diğer büyük kentlerden çıkarılması ya da Afganistan dışında Sudan, Libya ya da Irak gibi ülkeleri de kapsayan geniş çaplı saldırıların yapılamayacağını iddia etmek zor.[52]

1.    BM - Şartı Md. 2/4’e göre İlkesel Güç Kullanım Yasağı

24.  Askeri hareketin değerlendirilmesinde, ilk önce uluslararası ilişkilerde ilke olarak güç kullanım yasağını (BM-Şartı Md. 2/4) hatırlamakta yarar vardır. Buna göre BM Üyeleri uluslararası ilişkilerinde güç “tehdidi ve kullanımı”ndan kaçınmakla yükümlüdürler. Bunun istisnası BM-Şartına göre yalnızca bireysel ve kolektif savunma hakkı (BM-Şartı Md. 51) ile BM Güvenlik Konseyinin açık yetkilendirmesine gereksinim duyan kolektif güvenlik önlemleri (Bölüm VII) oluşturmaktadır.[53] 1999 yılındaki Sırbistan’a NATO müdahaleleri de bu kural-istisna ilişkisini değiştirmedi. Bu nedenle bu saldırılar haklı olarak uluslararası hukuka aykırı olarak nitelendirildi.[54] NATO saldırılarından yeni uluslararası teamül hukuku da doğmaz: Birinci olarak NATO saldırısı tek örnek oluşturmakta ve NATO’nun Kosova’da barışı sağlamadaki mütevazi başarısı karşısında kısa sürede zor tekrarlanır. İkinci olarak kurucu önemi nedeniyle güç kullanma yasağının uluslararası teamül hukuku tarafından sınırlanabileceği tartışmalıdır.

25.  BM-Şartının Güç Kullanma Yasağı yalnızca “devletlerarasında” değil, devletlerin “uluslararası ilişkilerinde” de geçerlidir. Demek ki bu yasak, belirli ülke toprağıyla sınırlı olmayan ya da içinde bulunduğu ülkenin onayına dayalı olarak yürütülen tüm askeri harekatlar için geçerlidir.[55] New York ve Washington'a düzenlenen saldırılar bakımından da BM-Şartının güç kullanma yasağını zayıflatmanın bir gerekçesi yoktur. Yakın zamanlara kadar ki uluslararası ilişkiler tarihi, insani gerekçelerle meşru göstermeye çalışıldığında bile, askeri güç kullanımının genellikle en ağır insan hakları ihlallerine neden olduğunu gösteren örneklerle doludur. Yalnızca askeri hedefleri vuracak biçimde “tasarlanmış”  saldırılarda dahi her zaman sivil halktan insan öldürülmüş ya da sivil hedefler vurulmuştur.[56] Güç kullanma yasağı modern uluslararası ilişkilerin tartışmasız bir başarısı ve uluslararası hukukun uluslararası barışın korunmasına belki de en önemli katkısı olmuştur. Birleşmiş Milletlerin kurucuları bu yasağı, ikinci dünya savaşının o korkunç yıkımının etkisinde olarak Şartın en seçkin kısmında somutlaştırmışlardır. Güç kullanma yasağının Birleşmiş Milletlerin kuruluşundan bu yana sıkça ihlal edilmiş olması, bu yasağın normatif geçerliliğini etkilememektedir.

2.     Güvenlik Konseyi Kararıyla Meşruiyet?

26.  Güç kullanma yasağının bu önemi ve geçerliliği karşısında, ABD ve diğer NATO-Ülkelerinin Taliban hedeflerine, varsayılan Bin Ladin ve “El-Kaide” kampları ile Afganistan’daki diğer hedeflere yönelik saldırıların, BM-Şartının meşruiyet koşulunu yerine getirmesi gerekir. Güç kullanma yasağının yukarıda belirtilen iki istisnasına paralel olarak, askeri güç kullanımına ilişkin BM-Şartı VII. Bölümüne uygun bir yetkilendirme olup olmadığının incelenmesi gerekir. Sonucu şimdiden vermek gerekirse: Güvenlik Konseyi ne 1368 nolu ve 12.9.2001 tarihli kararı, ne de1373 nolu ve 28.9.2001 tarihli kararıyla ABD ya da herhangi bir BM üyesi ülkeye silah gücü kullanımına izin vermektedir.

27.  Güvenlik Konseyi ilk önce 12.9.2001 tarihinde dünya barışı ve uluslararası güvenliğin tehdit altında bulunduğunu saptadı.[57] 28.9.2001 tarihinde bu saptamasını tekrarladı ve buna dayalı olarak Şartın VII. Bölümü uyarınca tüm ülkeleri, terörle mücadele amacıyla çok geniş ve genel tedbirler almaya çağırdı. Bununla tüm BM üyeleri, terör saldırıların finansmanını yasaklama, terör eylemlerine karışan kişi ve kurumları desteklememe, terörle mücadele amaçlı bilgi alış-verişini yoğunlaştırma ve hızlandırma ve BM’in terörle mücadeleye ilişkin önemli tüm sözleşmelerine katılma ile yükümlü kılındı.[58] Güvenlik Konseyi bununla, terör saldırılarının uluslararası barışı tehdit etmesi durumunda Şartın VII. Bölümü uyarınca gerekeni yapmaya hazır olduğunu vurgulamış oldu.

28.  Bununla birlikte terörle mücadele amacıyla askeri güç kullanımından söz edilmemektedir. Devletlerin uluslararası terörizme karşı tüm “gerekli önlemleri” (“all necesarry means”) alabileceklerine dair genel bir ifade bile kararlarda yer almamaktadır. Güvenlik Konseyinin genel saptamalarının askeri harekatları meşru kıldığı biçiminde kamuoyundaki tartışmalarda ileri sürülen iddiaların[59] aksine, Kararların ne lafzından, ne de anlam ve amacından BM Şartı VII. Kısım uyarınca askeri güç kullanımına izin verildiği sonucu çıkarılamaz.[60]

3.    Savunma Hakkına Dayalı Meşruiyet?

29.  Askeri Saldırılar BM-Şartı Bölüm VII’e göre hukuka uygun sayılamadıklarından, Şartın 52. maddesi yönünden meşruiyet incelemesi yapmak gerekir. 52. maddeye göre BM-Şartı, “Birleşmiş Milletler üyesi bir ülkeye silahlı bir saldırı durumunda bireysel ya da kolektif savunma doğal hakkını” zedelemez. ABD’nin askeri harekatları bakımından BM-Şartının 51. maddesine dayanabilmesi için, New York ve Washington'a düzenlenen saldırıların Md. 51 anlamında “silahlı saldırı” olarak kabul edilebilmesi gerekir. Güvenlik Konseyi her ne kadar bu tür bir “silahlı saldırı” saptamasında bulunmamış olsa da, buna zaten gerek de yoktu, çünkü barışa yönelik tehdidin saptanmış olması yeterliydi. Güvenlik Konseyinin, ne zaman Md. 51 anlamında bir saldırının bulunduğunu tanımlama yetkisi yoktur, yalnızca ne zaman Md. 39 koşullarının gerçekleştiği konusunda böyle bir saptama yetkisinden söz edilebilir.[61]

30.  BM-Şartı Md. 51 anlamında “saldırı” kavramının genel kabul gören bir tanımı henüz yapılmamıştır.[62] Bu konudaki farklı görüşler konusunda yapılacak bir tartışma, bu çalışmanın kapsamını aşacaktır. Bunun yerine Genel Kurulun “Tecavüz/Agresyon” tanımına başvurulması yerinde olur.[63] Bu gerçi hukuksal olarak bağlayıcı değil ve doğrudan doğruya Şartın 51. maddesine atıf yapmamaktadır. Bununla birlikte uluslararası toplumun konsensüsünün merkezi unsurlarını yansıttığını söylemek pekala mümkündür.[64] Uluslararası Adalet Divanı’da Nikaragua Kararında, ABD tarafından Nikaragua limanının mayınlanması ve Contra’nın (Gerilallaların) desteklenmesinin silahlı bir saldırı anlamına gelip gelmediğini incelerken, Güvenlik Konseyi kararına başvurmuştur.[65]

31.  Agresyon kararındaki Agresyon tanımını doğrudan doğruya New York ve Washington'a düzenlenen saldırılarına uygulamadan önce, bu kavramın lafzı itibariyle yalnızca “devlet” kaynaklı silahlı güç kullanımını kapsadığını belirtmek gerekir. Bununla birlikte yukarıda Uluslararası Barışın Korunması Hukukunun uygulama alanının genişletilmesine uygun olarak, bu tanım genişletilerek, askeri güç kullanımı gerçekleştirme yeteneğine sahip silahlı ve organize devlet-dışı gruplara uygulanabilir.[66] Zaten bir yandan devlet-dışı grupların barışı tehdit edebileceğini kabul edip ancak öte yandan bu gruplardan “silahlı saldırı” kaynaklanabileceğini kabul etmemek çelişkili olurdu.

32.  Buna ilişkin bir dayanak noktasını ayrıca Agresyon kararının kendisi vermektedir: Kararın 3. (g) maddesine göre “silahlı çete, örgüt ya da grupların bir devlet tarafından ya da o devlet için gönderilmesi”, bunların silah gücüyle bir devlete karşı, Md. 3 (a)’dan (f)’e kadar olan maddelerde sayılanlara eşdeğer düzeyde ağır eylemlerde bulunmaları Agresyon olarak kabul edilir. Uluslararası Adalet Divanı (UAD) Nikaragua-Kararındaki bu değerlendirmeyi “Uluslararası teamül hukuku” olarak nitelendirdi.[67] Gerçi bu tanım dahi silahlı gruplar için bir devletin sorumluluğuyla ilişkilidir. Ancak yine de bir Agresyon durumunun kabulü için devlet-dışı aktörün davranışının da önemli olabileceğini göstermektedir.

33.  Yolcu uçaklarının bilinçli bir biçimde Dünya Ticaret Merkezi ve Pentagon’a çarptırılması bu durumda ya Agresyon kararının 3. (b) maddesine göre ABD’nin “egemenlik alanının bombalanması ve silahlı saldırılara maruz kalması” ya da aynı maddenin (g) bendine göre “özel ağırlıkta silahlı güç kullanılması” olarak kabul edilebilir. Uçakların klasik anlamda “silah” olarak kabul edilmemeleri çarpışmanın da silahlı saldırı ya da bombalama olarak algılanmamaları, bu kabule engel olmayabilir. Hem teröristlerin amaçları hem de yıkımın boyutu Agresyon kararının kıyasen uygulanmasına olanak vermektedir. Yalnızca kararın lafzına dayalı bir değerlendirmenin kararın amacına uygun olduğunu ileri sürmek olanaklı değildir.[68] Ayrıca Md. 3’te belirtilen eylemler, analog bir uygulamaya engel olacak biçimde tüketici olarak da sayılmamıştır.

34.  Saldırıların BM-Şartı Md. 51 anlamında bir silahlı saldırı oluşturduğu yönündeki görüşün ülkelerin büyük bir bölümü tarafından kabul edildiği gözlenmektedir. Bu sonuç yukarıda belirtilen ve savunma hakkını açıkça onaylayan 1368 ve 1373 numaralı kararlarda kendini göstermektedir. Yukarıda belirtildiği gibi Güvenlik Konseyinin silahlı bir saldırının mevcudiyeti konusunda tanımlama yetkisi olmasa bile, Saldırıların değerlendirilmesinde Güvenlik Konseyi üyeleri görüş birliği içinde olmasalardı, kararlarda savunma hakkının tanınması söz konusu olmayacaktı. Aynı biçimde Kuzey Atlantik Konseyi de saldırılardan bir gün sonra, saldırıların “dışarıdan” gelmesi durumunda Kuzey Atlantik Paktının 5. maddesinin uygulanabileceğini saptadı.[69] Paktın 5. maddesi NATO üyesi ülkelerden birine yönelik silahlı bir saldırının varlığını şart koşmakta ve Üyelerin bu durumda BM-Şartı Md. 51’den kaynaklanan savunma hakkını kolektif olarak kullanacağını belirtmektedir. NATO bir kolektif savunma birliği olması, ancak kolektif güvenlik birliği olmaması[70] nedeniyle, buna uygun bir kararı, ancak NATO-Üyelerin saldırıları BM-Şartı anlamında bir “silahlı saldırı” olarak görmesi durumunda alabildi. Gerçi özellikle Güvenlik Konseyi Çin ve Rusya gibi diğer ülkeler, Güvenlik Konseyi şemsiyesi altında gösterilecek bir Reaksiyon için hazır olduklarını belirttiler. Ancak onlar dahi ABD’nin savunma hakkına dayanmasını açıkça tartışmadılar. Amerikan Devletleri Organizasyonu (ADO) daimi komitesinin 19.9.2001 tarihli bir kararı da ADO-Ülkelerinin saldırıları “silahlı saldırı” olarak gördüğünü dile getirdi.[71] Son olarak BM-Genel Sekreteri Kofi Annan da ABD ve İngiltere’nin savunma hakkına dayanabileceklerini kabul etti.[72]

35.  Ancak savunma hakkının yalnızca “mevcut” bir saldırı için geçerli olup olmadığı tartışmalıdır. Kural olarak önleyici savunma, yani saldırı başlamadan yapılan bir savunma meşru değildir.[73] İnceleme konusu olayda ise saldırı gerçekleşmiştir ve bir devletin savunma için ne kadar bekleyeceği sorusunun yanıtlanması gerekir. Savunma hakkının kullanılmasının cezalandırıcı nitelikte olması yasak olduğuna göre, saldırganlardan artık hiçbir saldırının gelmeyeceği durumda, savunma hakkının kullanılması söz konusu olamaz. Saldırının devamı ya da yeni bir saldırı ihtimali bulunduğu sürece, kural olarak savunmanın meşru olduğunu kabul etmek gerekir.

36.  Savunma hakkının kullanılması, saldırıya uğrayan devletin hemen harekete geçmemesi nedeniyle meşruiyetini kaybetmez. Ancak her halükarda saldırıya uğrayan devletin kuşku durumunda, saldırının nerden ve kimden kaynaklandığını araştırması zorunludur. Savunma hakkını sınırlayan ölçülülük ilkesine[74] dayalı olarak savunmacı devletin kendi savunma araç ve yöntemlerini hassas bir biçimde kontrol edip tartmasını ona bırakmak gerekir. Bu bakımdan savunma hakkının uygulanmasında düşünmeye/düşünüp tartmaya fırsat olmaması anlamına gelen klasik Caroline-formülünün („no momentum for deliberation“)[75] BM-Şartı altında geçerli olan ölçülülük ilkesiyle sınırlanmalıdır. Savunma hakkının, artık hakkın kötüye kullanılması izlenimi uyandıracak biçimde bekletilmesi durumunda ancak BM-Şartı 51. madde kapsamı dışına çıktığını kabul etmek gerekir. 11.9.2001 tarihli saldırılar ile askeri yanıt arasında hemen hemen dört hafta kadar bir zaman geçmiş durumda. Saldırganların kimliklerinin belirlenmesi bağlamındaki zorluklar karşısında bu kadar sürelik bekleyiş hukuka uygun olarak kabul edilebilir.

4.    Savunma hakkının kapsam ve sınırları

37.  Bir silahlı müdahale, New York ve Washington'a düzenlenen saldırılarına bir yanıt  olarak savunma hakkına dayanabiliyorsa (“acaba?”), bu tür bir müdahalenin kapsam ve sınırlarına ilişkin sorunun kesin bir analizine gereksinim doğar (“nasıl?”). Genel kabule göre savunma hakkının kullanımı sınırlarını “ikincillik/sübsidiarite” ve “ölçülülük” ilkesinde bulur.[76]

(a)              Savunma hakkının ikincilliği

38.  BM-Şartı Md. 51’e göre savunma önlemleri, “Güvenlik Konseyinin dünya barışı ve uluslararası güvenlik için gerekli önlemleri alması anına kadar” meşrudur. Bir ülkenin savunma hakkının uygulanması çerçevesinde aldığı önlemler hiçbir biçimde Güvenlik Konseyinin “her an dünya barışını ve uluslararası güvenliğini yeniden kurmak için zorunlu önlemleri almak” yetki ve ödevini engelleyemez. Md. 51 bununla, savunma hakkının BM-Şartı VII. Bölüm uyarınca barışın korunmasına yönelik kolektif önlemler karşısında ikincil nitelikte olduğunu ve haklı savunma durumunda Güvenlik Konseyinin dünya barışının korunması konusundaki asıl sorumluluğunun sınırlanmadığını vurgulamaktadır. Güvenlik Konseyi’nin barışın korunmasına yönelik gerekli önlemleri alması durumunda, savunma hakkına dayanmak ipso iure olanaksız hale gelir. Tüm askeri önlemlerin durdurulması ve kaldırılması gerekir.

39.  Bu bakımdan Güvenlik Konseyinin BM-Şartı VII. Bölüme dayalı olarak aldığı 1373 sayılı kararı uyarınca alınan önlemlerin Md. 51 anlamında “gerekli önlemler” olarak kabul edilip edilmeyeceği sorusunun yanıtlanması gerekir. Buna verilecek olumlu yanıtın ABD tarafından alınan tüm önlemleri hukuka aykırı kılacağı ortadadır. Önlemler paketinin kapsamlı ve oldukça geniş niteliği, Güvenlik Konseyinin Md. 51 anlamında “gerekli önlemleri” olarak algılanabilecektir. Diğer taraftan Güvenlik Konseyi alınan önlemleri 11 Eylül 2001 saldırılarıyla doğrudan bir ilişki içinde, bilakis terörle mücadelenin genel ilişkisi bağlamında kabul etmiştir. Ayrıca Şartın öngördüğü haklı savunma hakkını yineleyerek kabul etmiştir. Bu anlatılanlardan Konseyin, önlemleriyle genel bir terörle mücadeleyi amaçladığı, ancak özel, “El-Kaide” örgütünden kaynaklanan tehdidi ABD’nin savunma hakkına bıraktığı sonucuna ulaşılabilir. Kararların ABD tarafından önerildiği ve görüşmesiz kabul edildiği göz önüne alındığında, adeta ipi ABD’nin elinden almanın, Konseyin iradesine uygun olduğunu ileri sürmek yanlış olur. Bununla birlikte burada Konsey iradesinin esas alınması gerektiği tartışmalıdır. Güvenlik Konseyince alınan önlemlerin “El-Kaide” ile mücadelede başarı sağlayabileceği kabul edilirse, ABD’nin haklı savunma hakkının söz konusu olamayacağı da pekala öne sürülebilir. Son olarak bu sorunun yanıtlanması, Güvenlik Konseyinin 1373 sayılı kararındaki önlemlerin etkinliliklerine de bağlı olamayabilir, ki bu konu çalışmanın kapsamını aşacaktır. Bunun yerine savunma hakkının diğer sınırları incelenecektir.

40.  Güvenlik Konseyinin öncelikli hakkının yanında ikincillik ilkesinin diğer bir boyutu da vardır: BM-Şartı Md. 51’e göre, üye ülkelerden birinin savunma hakkının kullanılması çerçevesinde aldığı önlemlerin hemen Konseye sunulması zorunludur. ABD ve İngiltere 8 Ekim 2001 tarihinde askeri önlemleri konusunda Konseyi bilgilendirmişlerdir.[77] Bu ülkeler gelecekte de eş zamanlı ve kapsamlı bir biçimde askeri hareketleri konusunda Konseyi bilgilendirmeye devam etmelidirler. Ancak bu yolla Konseyin, durumu ve gelişmeleri kapsamlı bir biçimde değerlendirip, kendi görüşüne göre gerektiğinde, dünya barışının yeniden kurulması için gerekli önlemleri alabilmesi olanaklı olur.

(b)              Ölçülülük ilkesi

41.  Savunma hakkının kullanılmasının uluslararası hukukun genel ilkelerinden olan ölçülülük ilkesinin gereklerine de uygunluk göstermesi gerekir.[78] Bu bağlamda başvurulan askeri aracın hedeflenen amaçla orantı içinde olup olmadığının incelenmesi gerekir. Savunma hakkının hedefi saldırının önlenmesi/püskürtülmesidir; yani saldırının devam etmesinin ya da benzeri saldırıların gerçekleşmesinin önlenmesidir. Buradan, uluslararası bir terör organizasyonundan kaynaklanan bir savunmanın ilke olarak yalnızca o organizasyona karşı yapılması gerektiği sonucu çıkar. Bu bağlamda yinelemek gerekir ki, bunun için New York ve Washington'a düzenlenen saldırılarında “El-Kaide” örgütünün sorumluluğunun yeterli kesinlikte kanıtlanmış olması zorunlu.

42.  Kendini savunan devletin, saldırganları destekleyen gruplara karşı da askeri güç kullanıp kullanamayacağı tartışmalıdır. Bu gruplar saldırgan olarak sınıflandırılmadıkları sürece, bunlara karşı alınan askeri önlemlerin hukuka aykırı olarak nitelendirilmesi zorunludur.[79] Bunun aksine bir yaklaşım, ancak adı geçen grupların, saldırıdan sorumlu organizasyonla kurumsal, personel yada lojistik olarak, bunların aynı şekilde “saldırgan” olarak nitelendirilmesini gerektirecek kadar, sıkı bir ilişki içinde bulunmaları durumunda mümkündür. Benzeri değerlendirme, terör organizasyonunu destekleyen bir devlet için de geçerlidir. Ancak bu desteğin somut saldırıya doğrudan katılım olarak değerlendirilmesinin olanaksız olduğu durumda, destekçi devletin saldırgan olarak tanımlanması da olanaksızdır.

43.  Bir devlet yada grup hakkında yapılan “Teröristleri destekliyor” biçimindeki genel değerlendirmenin, yeterli olmadığı ortadadır. Ulusal hukukta dahi haklı savunmanın yalnızca saldırgana karşı kullanılabileceği, saldırıya doğrudan katılmadığı sürece, üçüncü kişilere karşı kullanılmayacağı bilinmektedir.[80] Hukuka uygun bir askeri güç kullanımını, hukuka uygun olmayandan ayırmak için kullanılan “destekleme” kavramının ileri derecede belirsiz oluşunu da belirtmek gerekir. Ayrıca haklı savunmanın “destekçiler” kavramını kapsayacak biçimde genişletilmesi, güç kullanma yasağının kapsamını gereğinden fazla daraltır. Sonuçta destekleme iddiasının kanıtlanması, saldırının sorumluluğundan oldukça daha zor, kötüye kullanılma tehlikesi ise oldukça yüksektir.

44.  Güvenlik Konseyinin, terör aktivitelerinin desteklenmesini uluslararası güvenliğe tehdit olarak kabul etmiş ve Şartın VII. Bölümü uyarınca buna karşı önlemler almış olması bu gerçeği değiştirmez.[81] VII. Bölümün uygulama alanı Şartın 51. maddesinden daha geniştir. Buna uygun olarak kolektif barış korumasına ilişkin önlemler, savunma hakkının kullanılmasından farklı bir işleve sahiptir. Birinciler dünya barışının daimi olarak korumayı ve yaşatmayı hedeflerken, savunma hakkı yalnızca bir saldırının savulmasına yönelik olmalıdır. Bu durumda kolektif barış koruma önlemlerinin uygulanmasından, savunma hakkının kapsamına ilişkin sonuçlar çıkarılamaz.

45.  Savunma hakkının kullanılmasının bir adım daha ilerisine gidilerek “en hafif araç” olup olmadığının saptanması gerekir. Uluslararası hukukun genel ilkelerine göre askeri yöntemlere yalnızca ultima ratio olarak başvurulabilir.[82] Silahlı saldırıya karşı etkin koruma sağlayacak askeri olmayan yöntemlerin varlığı durumda – askeri yöntemlerin ilke olarak kullanılabileceğini reddetmeksizin – her halükarda bu yöntemlerin öncelikli olarak uygulanması gerekir: Bu nedenle öncelikli olarak Bin Ladin’in teslim edilmesinde ısrarcı olunmalıydı. Diplomatik girişimlerin sonuçta başarılı olup olamayacaklarına ilişkin bir değerlendirme yapmak artık olanaksız. ABD’nin Bin Ladin’in saldırılara katıldığına ilişkin yeterli kanıt sunması durumunda Taliban’ın onu yargılanması yada teslim edilmesi önerilerinin biraz daha incelenmesi gerekirdi. Çünkü biçimsel anlamda bunun, teröristlerin ülkelerinde yargılanmaları yada iade edilmelerine ilişkin genel kurala yine de uygun olduğu ortadadır.[83] Ancak Taliban’ın daha önce Güvenlik Konseyinin 1267 (1999) sayılı kararından kaynaklanan teslim yükümlülüğünü yerine getirmemesi, onların yargılama yada iade önerilerinin ciddiyeti konusunda kuşku duyulmasına neden olmaktadır.

46.  Taliban’a karşı yürütülen ekonomik ambargonun sonuç doğurması da oldukça kuşkuludur. Önemli olan bir nokta da, Taliban’a veya Afganistan’ın onların denetiminde olan kısmına yönelik yeni yaptırımların BM-Şartının 51. maddesindeki savunma hakkının kapsamında değerlendirilmesi tamamen sorunsuz değil, çünkü bu yaptırımların muhatabı 11 Eylül 2001 saldırılarının failleri, yani “El-Kaide” örgütüdür. Afganistan’ın Taliban kontrolündeki kısmına yönelik daha geniş kapsamlı ekonomik bir ambargo, “El-Kaide” örgütüne karşı başvurulacak askeri yöntemlerden daha hafif bir araç olmayacaktır.

47.  Bu çıkarımlara dayalı olarak, “El-Kaide” ve Bin Ladin’e karşı yalnızca silah gücüne dayanmanın etkin bir savunma olduğu sonucuna ulaşılmışsa, bu durumda askeri güç kullanımının son olarak korunması gereken diğer uluslararası değerlerle tartılması gerekir. Afganistan’da felaket düzeyindeki açlık dramını da bu tartımda değerlendirmeye katmak gerekir. Bunun dışında, askeri harekatın hem hazırlanmasının hem de yürütülmesinin milyonlarca insanın Afganistan’dan kaçışına ve bir insanlık trajedisine yol açtığı görülmelidir. Ayrıca askeri harekatın güç kullanımının kontrolden çıkmasına yol açıp açmayacağı da incelenmeli; son olarak askeri harekatın, kendisine karşı savaş yürütülen organizasyona yaradığı, toplumsal desteğini artırdığı gerçeğiyle birlikte ele alınmalıdır. Bu değerlendirmeler ışığında askeri güç kullanımının bu koşullar altında hukuka aykırı olduğu savunulabilecektir.

(c)              Tekil askeri eylemlerin hukuka uygunluğu

48.  Askeri güç kullanımının hukuka uygun kabul edilmesi durumunda, bu bağlamdaki tüm tekil askeri hareketlerin de ölçülülük ilkesi açısında incelenmesi gerekir. Burada saldırgan olarak bir devlete karşı savunma ile saldırgan olarak uluslararası bir terör organizasyonuna karşı savunma arasındaki ilkesel ayrım önemlidir: Bir kere “El-Kaide” gibi uluslararası terör organizasyonları genellikle yalnızca birkaç üyeden oluşurlar. Çok sayıda sempatizana sahip olsalar bile, asli personel kaynakları sınırlıdır. Bununla birlikte bu nitelendirme iç savaşın tarafı olmayan bir örgüt için geçerlidir. Bu tür örgütlerin liderlik kadrosu genellikle yalnız birkaç kişiden oluşmaktadır. Bu kişilerin örgütü yönetmesi engellendiğinde, örgütün dağılması pekala mümkün olabilmektedir. Bunun dışında örgütün finanssal kaynakları genellikle da oldukça sınırlıdır. Nihayetinde -ki bu en önemlisidir- bir terör örgütü genellikle lokal değildir/belli bir bölgeye bağlı değildir. -Bir devletten farklı olarak- belirli bir bölgeye yada belirli bir halka gereksinim duymazlar. Gerçi örgütün genellikle kendisine “safe haven” sunan bir devlete gereksinimi vardır, ancak örgüt ilke olarak her an bunu bırakıp başka bir devlette kabul görebilir.[84] Bu nedenle terör örgütünün “safe haven” bulduğu ülkeye yönelik bir saldırı, doğrudan doğruya o örgüte yönelmiş de değildir.

49.  Bu temel üzerinde Afganistan’daki askeri harekatın hukuka uygunluğuna ilişkin genel bazı temel ilkeler saptanabilir. Tekil olarak saldırıya katılan kişileri tutuklamaya yönelik silahlı bazı harekatlar savunma hakkı kapsamında değerlendirilir. Bu bilgi anlamsız değildir: İlgili devletin izni olmadığı sürece askeri güçlerce yürütülen “polis operasyonları” da BM-Şartı Md. 4’e aykırı olur.[85] Bu nedenle bu tür girişimlerin savunma hakkına dayanması gerekir. Aynı sonuç terör örgütünün elinde bulunan silahların ve diğer askeri araçların tahrip edilmesi için de geçerlidir. Bunların dahi haklı savunmaya dayanması gerekir. Her bir tekil önlem için yararlar dengelenmesine gitmek gerekir. Bu yapılırken uyuşmazlıkla ilişkisi bulunmayanların tehlikeye atılması ve olası sivil kayıplarını daima göz önünde bulundurması gerekir.

50.  Buna karşın Taliban’ın askeri mevzilerine ve kurumlarına yönelik saldırıların ABD’nin savunma hakkına dayandığını iddia etmek olanaksızdır.[86] Sivil altyapıya (Havaalanları, köprüler, yollar) veya ekonomik açıdan anlam ifade eden sistemlere yönelik saldırıların savunma hakkı kapsamında değerlendirilmesi ise haydi haydi anlamsız olur. Bu tür saldırılar savunma hakkına dayanak oluşturan saldırılar gerçekleştiren sorumlu terör örgütüne yönelik olmayıp, aksine onları destekleyen ülkeye yönelmiştir. Bu ABD hükümetinin açıklamalarında da açıkça sergilenmektedir: Afganistan’a yönelik saldırıları, Taliban’ın Bin Ladin’i teslim etmemesinin cezası olarak görmek gerekir.[87] Bunlar belirli bir devleti yada de-facto Rejimi belirli bir davranışa zorlamaya hizmet etmekte, ancak bu devlet yada de-facto rejim BM-Şartı Md. 51 anlamında saldırgan olarak değerlendirilememektedir.

51.  Ayrıca şunu da eklemek gerekir: Güvelik Konseyi 1999 tarihli 1267 sayılı ve 2000 tarihli ve 1333 sayılı kararlarında Taliban’ın (Bin Ladin’in desteklenmesi ve iade edilmemesi) davranışını barışa yönelik tehdit olarak kabul etmiş ve buna uygun olarak da Şartın VII Bölümü uyarınca önlemler almıştır.[88] Bununla Güvenlik Konseyi Taliban’dan kaynaklanan barışa yönelik tehdidin ortadan kaldırılmasına yönelik önlemleri zaten almış bulunmaktadır. Bu bakımdan, haklı savunmaya dayanmayı ortadan kaldıran ikincillik/sübsidiarite ilkesi devreye girmiş bulunmaktadır.[89] Bu nedenle dahi Taliban’ın Bin Ladin’i iade etmesi ve uluslararası teröristler için “safe haven” sunmamasını amaçlayan askeri harekatların savunma hakkına dayalı olarak hukuka uygun hale gelmesi mümkün değildir.

52.  Özetle ifade etmek gerekirse: Bin Ladin’in ve El-Kaide örgütünün diğer elemanlarının yakalanmasını veya bu örgütün askeri tesislerinin tahrip edilmesini amaçlayan ve polis operasyonu çerçevesini aşmayan girişimler savunma hakkı kapsamında değerlendirilir. Buna karşın Taliban’a yada Afganistan’daki diğer hedeflere yönelik saldırılar ise hukuka aykırıdır: Çünkü bir kere bu saldırılar New York ve Washington'a düzenlenen saldırılardan sorumlu örgüte yönelik değildirler. Diğer taraftan Bin Ladin’in Taliban tarafından desteklenmesi zaten BM Güvenlik Konseyinin Şartın VII. Bölümü uyarında aldığı önlemlerin konusu olmuş durumdadır ve bu tür bir hedefe yönelik bir savunma hakkı ikincillik/sübsidiarite ilkesi uyarında devreye giremeyecektir.

53.  Kamuoyunda tartışılan “Güvenlik Konseyin Taliban’a karşı yürütülen güncel askeri harekatı onayladığı” yönündeki iddia gerçeği yansıtmamaktadır.[90] Güvenlik Konseyi 8.10.2001 tarihli oturumunda yalnızca ABD ve İngiltere’nin hareketi konusundaki raporu hakkında bilgilenmiştir.[91] Bunun ötesinde bu harekatın hukuka uygunluğunu ne açıklamış ne de değerlendirmiştir. Gerçi Konsey, Afganistan’a yönelik saldırıların BM-Şartı Md. 39 anlamında barışa yönelik bir tehdit olabileceğini muhtemelen görememiştir. Ancak bunun yapısal/kurucu bir anlamının olduğunu ileri sürmek olanaksızdır. Eğer ele almış olmamadan her zaman bir onay çıkarılacaksa, bununla Konseye sahip olmadığı veya şimdiye kadar hiç sahip çıkmadığı bir yetki tanınmış olur. Geçmişte Güvenlik Konseyi -maalesef oldukça sık- kendi üyelerinin askeri operasyonlarını ele almaktan uzak durmuştur.[92] Bu her bir ele almamadan bir onay çıkarılsaydı, bugüne kadar girişilen tüm askeri operasyonların Konseyce meşru görüldüğü sonucuna ulaşılmış olurdu. Konseyin Afganistan’a yönelik saldırıları ele alması arzulanır bir durum olsa bile, ele almamayla da “1945’ten bu yana oluşan uluslararası hukukun temel direklerinden biri yıkılmış” olmamaktadır.[93]

                 IV.      “Taliban’ Karşı Savaş”ta Diğer Meşruiyet Nedeni?

54.  Yukarıda anlatıldığı gibi, Taliban Rejimine karşı yürütülen “savaş”, savunma hakkı ya da BM-Şartı VII. Bölüm bağlamında meşru olarak nitelendirilebilecek bir savaş değildir. Bu gerçeği Taliban Rejimince işlenen insan hakları ihlalleri ve Afganistan’daki dramatik durum da değiştirmemektedir. Bu durum her ne kadar –Güvenlik Konseyinin haklı olarak saptadığı gibi- uluslararası güvenliği tehdit ediyorsa da, bu saptama unilateral/tek taraflı askeri güç kullanımına meşruiyet kazandırmamaktadır.

55.  Bununla birlikte Afgan askeri muhalefetinin askeri, mali ya da lojistik olarak desteklenmesinin meşru olup olmadığı tartışılabilir. Afganistan’daki durum Taliban Rejiminin tanınmamış olması nedeniyle klasik anlamda bir iç savaş olarak nitelendirilmese bile, iç savaş taraflarının desteklenmesi için geçerli olan ilkeler, Afganistan için de geçerli olabilir. Bu ilkeler şöyle sıralanabilir:[94] İç savaş durumlarında da ilke olarak BM-Şartı Md. 2, 7. fıkrada öngörülen içişlerine karışmama ilkesi geçerlidir. Geleneksel egemenlik anlayışına dayanan bu ilke mutlak olarak kabul edilmemekte, modern uluslararası hukukta temel insan haklarına saygı bu ilkenin sınırını çizmektedir. Başka bir anlatımla: Rejimin ağır insan hakları ihlalleri yapması durumunda, içişlerine karışmama ilkesine dayanması olanaklı değildir. Taliban’ın özellikle kadın ve kız çocuklarına yönelik ağır insan hakları ihlallerinden sorumlu olduğu gerçeğini yadsımak mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle silahlı muhalefeti Taliban Rejimine karşı desteklemek ilke olarak meşru olabilir.

56.  İnsan haklarına karşı ağır ihlaller içinde bulunan bir iktidara ya da rejime karşı mücadele veren muhalefeti destekleme hakkının, muhalefetin de benzer insan hakları ihlallerinden sorumlu olması durumunda geçerli olmaması gerekir. Bu bağlamda Kuzey İttifakı yöneticilerinin de sayısız insan hakları ihlallerinden sorumlu olduğunu belirtmek gerekir.[95] Daha fazla detaya girmenin olanaksızlığıyla birlikte, Kuzey İttifakının desteklenmesinin yukarıda belirtilen ilkelere uygun olduğu tartışmalıdır.

                   V.      Özet ve Genel Görünüm*

57.  Yukarıdaki açıklamaları şu biçimde özetlemek mümkün: Terörist saldırılar öncelikle ulusal ceza hukukunun düzenleme konusudur. Terörizmin cezai kovuşturulmasında uluslararası işbirliği için uluslararası anlaşmalar yoluyla sağlanacak koordinasyon ve önlemler zorunludur. Bunun ötesinde terörist saldırılar, BM-Şartı Md. 39 anlamında dünya barışı ve uluslararası güvenlik için tehdit olarak kabul kabul edilebilir ve saldırıya katılan faillerin ardındaki örgüt barışa yönelik tehdidin sorumlusu olarak kabul edilebilir. Bununla uluslararası barışı koruma hukukuna ilişkin klasik anlayışın genişlemesi söz konusu olmaktadır. Bu genişleme, uluslararası terör saldırılarının ulaşabileceği boyut dikkate alındığında meşrudur ve Güvenlik Konseyinin New York ve Washington'a yönelik saldırılara ilişkin kararlarında da kabul edilmiştir.

58.  New York ve Washington'a yönelik saldırılar savaş niteliğinde eylem değildirler. Buna karşılık BM-Şartı Md. 51 anlamında silahlı saldırı olarak nitelendirilebilirler. Bu nedenle saldırılara yönelik askeri bir reaksiyon, savunma hakkı çerçevesinde meşru olabilir. Ancak haklı savunma yalnızca saldırganı, yani uluslararası terör organizasyonunu hedef alabilir, diğer devlet dışı grupları ya da bir devleti hedef alamaz. Ayrıca savunma hakkının sınırlarının aşılmaması gerekir: Askeri güç kullanımı ölçülü olmalıdır, bu tüm tekil askeri eylemler için de geçerlidir. Bu açıklamalar ışığında Afganistan’a yönelik güncel askeri saldırıların meşru olarak nitelendirilemeyeceği ortaya çıkıyor. Yalnızca terör örgütünün üyelerinin veya lider kadrosunun yakalanmasını veya bu örgüte ait askeri araç ve silahların yok edilmesini amaçlayan eylemler hukuka uygundur.

59.  Barış ve güvenlik kavramının uluslararası terör örgütü saldırılarına ve uluslararası terör örgütlerinin bundan doğan, dünya barışının tehlikeye atılması konusundaki sorumluluklarına uygulanmasıyla, geçerli uluslararası hukukun, saldırıların hukuksal nitelendirilmesinde uygun (v.b.a.), olası reaksiyonların değerlendirilmesinde de yeterli (v.b.a.) bir araç olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu, 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra uluslararası hukukta değişikliğe gereksinim olmadığı anlamına gelmemektedir. Uluslararası hukukta dahi “yeni bir anlayış” gereklidir. Bu yeni anlayışın askeri karşılığa odaklanmadan arındırılması zorunludur.[96]  BM Genel Sekreteri ve Güvenlik Konseyinin New York ve Washington'a yönelik saldırılarının hemen ardında yaptıkları açıklamalarda çok haklı bir biçimde askeri olmayan alanlarda uluslararası işbirliği zorunluluğu dile getirilmişti.[97] Açıklamalarda göze çarpan ilk olgu, teröristlerin ve finanssal bakımdan desteklenmelerinin cezalandırılması için daha iyi hukuksal dayanaklara ilişkin çaba harcanmasıdır. Bunun yanında nükleer, biyolojik ve kimyasal silahların hazırlanmasına yarayan maddeler dahil olmak üzere tüm silahların yayılmasının engellenmesi yönündeki uluslararası işbirliğinin iyileştirilmesi ve arttırılması gerekir.

60.  Ayrıca terör eylemlerinin uluslararası hukuka göre yargılanabilecekleri uluslararası bir ceza mahkemesinin kurulmasına gereksinim vardır.  Bu ceza yargılamasında uluslararası bir kolluk biriminin ön çalışmayı yapabilmesi, yani failleri bulup yakalayabilmesi gerekir. Bu birlik Güvenlik Konseyinin denetiminde olmalı ve egemenlik yetkisinin kullanılması konusunda bilgili olmalıdır. Birleşmiş Milletler Polisinin kurulması, uzun dönemde güncel uluslararası terörizmle mücadele amaçlı savunma hakkına başvurmayı gereksiz kılacaktır. Bu yönde egemenliğin Birleşmiş Milletlere devredilmesiyle uluslararası ilişkilerin uygarlaşmasına katkı sağlanmış ve Birleşmiş Milletlerin güç tekelinin “çekirdeği” oluşturulmuş olur.

61.  Son olarak uluslararası terörizmin nedenleri, özellikle gelişmekte olan ülkelerdeki geniş halk kesitlerinin ekonomik, sosyal ve kültürel marjinalleşmesine eğilmek gerekir. Yeni bir uluslararası hukukun, bu insanları gerçek katılım haklarıyla donatacak ilke ve kurallara gereksinimi vardır. Bu hukuk, askeri şiddetin engellenmesinin yanında dünya halkları arasında ve bünyesinde ekonomik ve sosyal dengeyi amaçlayan bir dünya hukuku olmalıdır. Bunu sağlayacak hukuksal araçların gelişimi ve siyasal olarak uygulanabilmesi herhalde New York ve Washington'a yönelik saldırılarına verilecek güzel yanıt olacaktır.

62.  Irak Savaşı Açısından Durum Nedir?

63.  11 Eylül saldırıları uluslararası toplumda bir umut uyandırmıştı aslında. 1993 yılındaki DTÖ saldırısı, Pan-Am ve benzeri saldırılar hukukun devre dışı kalmadığı yöntemlerle, yani mahkeme kanalıyla açığa kavuşmuştu[98]; bu saldırıların da bu yönde bir umut uyandırması haksız değildi. Ancak bu olay da yukarıda belirtilen “küçük” olaylar kervanına katılmadı, aslında tarihsel süreç içinde “büyük” olaylar için öngörülen rotayı izledi. Bu saldırının gerçekte kimin tarafından planladığı şimdilik, belirli bir süre geçene kadar bir sır olarak kalacaktır.[99] Bu süre herhalde 11 Eylül’ün artık tüketilebilecek bir rantının kalmaması anına kadar devam edecektir.

64.  Afganistan’a yönelik askeri harekatın uluslararası hukuka birçok bakımdan aykırı olduğu yukarıdaki açıklamalardan anlaşılmaktadır. Aslında bu açıklamalar ışığında yalın ve kısa bir değerlendirme yapılarak Irak’a yönelik ABD agresyonunun haydi haydi uluslararası hukuka aykırı olduğu, buna ilişkin hukuksal yorumlara girişilmesine bile gerek olmadığı, Birleşmiş Milletlerin dağıtılması tehdidinde bulunan bir ülke davranışının artık hukuksallık sınırları içinde değerlendirilemeyeceği vb. görüşler haklı olarak dile getirilebilir. Yine de Irak’a saldırıya meşruiyet kılıfı bulma çabası devam ettiği sürece hukuksallık tartışmalarından kaçınmamak gerektiğini düşünüyorum.

65.  Hukuksallık değerlendirmemizi şöyle özetleyebiliriz.

66.  Irak’ın “savaş niteliğinde” bir eylem olarak tanımlanabilecek herhangi bir eylemi söz konusu olmamıştır, bu yönde herhangi bir BM Güvenlik Konseyi kararı bulunmamaktadır. Zaten, uçuşa yasak bölgelerin belirlenmesi ve 1991 yılından bu yana devam ede gelen sürekli denetim karşısında böyle bir eylemin olması pek mümkün değildir. Irak’ın fiili herhangi bir saldırısı söz konusu olmadığından ABD ve İngiltere’nin BM-Şartı Md. 51’de öngörülen haklı savunma gerekçesine dayanması da olanaksızdır.

67.  Güvenlik Konseyinin açık onayı olmaksızın Irak’a karşı yürütülen ABD askeri saldırısı, uluslararası hukukun ağır ihlali, uluslararası hukukun bağlayıcı ilkelerinin, Şartın Md. 2 uyarınca eşit egemenliği ilkesinin, uluslararası sorunların barışçı yollarla giderilmesi ilkesinin ve uluslararası ilişkilerde güç kullanma tehdidi yasağının açık ihlali anlamına gelmektedir. Belirtmek gerekir ki güç kullanmadan önce güç kullanmakla tehdit dahi uluslararası hukukça yasaklanmış bir eylemdir. Güvenlik Konseyinin onayı olmaksızın girişilen bu saldırı Md. 39 anlamında “saldırı eylemi” ve Md. 51. anlamında “Birleşmiş Milletleri üyelerinden birine yönelik silahlı saldırı” anlamına gelir. Burada “güç”, “saldırı eylemi” ya da “silahlı saldırı” kavramlarını detaylı bir biçimde incelemek, yürütülen savaşın tüm bu kavramların yoruma gereksinim bırakmadan gerçekleşmesi karşısında anlam ifade etmemektedir.

68.  BM-Şartı Md. 51 anlamında haklı savunmaya dayanma olanağı bulunmamaktadır. Irak’ın herhangi bir ülkeye yönelik herhangi bir saldırısı olmadığı gibi saldırı hazırlığı anlamına gelebilecek bir eylemi de saptanabilmiş değil. Bunun yanında dünya kamuoyunu ikna edebilecek bir Irak-El Kaide bağlantısı da saptanabilmiş değil. Bu durumda ABD’nin agressif tutumunun “Terörle savaş” ile temellendirmesi de olanaksızdır.[100]

69.  Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin talebi üzerine Kitle imha silahlarına ilişkin Irak Raporu tartışmalı yöntemlerle önce ABD eline geçmiş ve raporun değerlendirilmesinde kuşkulara yol açmıştır. Yine de eksikliğin bulunması karşısında bunun giderilmesi yalnızca Güvenlik Konseyinin kararını gerektirmekte, ancak hiçbir biçimde ABD’nin tek başına Irak’a saldırmasına olanak vermemektedir.

70.  Savunma hakkına dayanmanın olanaksızlığı karşısında Birleşmiş Milletlerin askeri yöntemlere başvurma onayının bulunup bulunmadığına da bakmak gerekir. Bir kere 1441 sayılı karar dahil olmak üzere, şu ana kadar verilen hiçbir kararda Irak’a yönelik bir saldırıya onay veren herhangi bir bilgiye rastlamak olanaklı değildir. 1441 sayılı kararın[101] 4-11. paragraflarında Denetçilerin kararın gereklerinin yerine getirilmesi konusunda “Irak’ın bütün kusurlarını” rapor etmeleri gereğinden söz etmektedir. 4. nolu paragrafta Irak’ın bir kusurunun “Irak’ın yükümlüklerinin bir kere daha ağır ihlal edilişi” olarak nitelendirilmektedir. 12. paragrafta da Denetçi raporunun sunulmasıyla Güvenlik Konseyinin toplanacağı, dünya barışı ve uluslararası güvenliğin korunması amacıyla bu güne kadar verilmiş tüm kararlarının içerik olarak yerine getirilmesinin gerekliliği ve durum değerlendirmesi yapılacağı öngörülmektedir. 13. paragrafta ise Irak’ın yükümlülüklerini tekrar yerine getirmemesi durumunda, ciddi sonuçlar doğuracağını tekrarlayan bir hatırlatma bulunmaktadır. Ancak Irak’ın yükümlülüklerini yerine getirmediği ve artık “ciddi sonuçların” doğacağını saptayan bir Güvenlik Konseyi kararı olmadığı gibi, böyle bir kararı çıkarma yönündeki ABD girişimlerinin sonuçsuz kaldığı bilinmektedir.

71.  Birleşmiş Milletler kararına paralel olarak Irak gerçekte nükleer, kimyasal yada biyolojik silahlara sahip olsaydı dahi, -Güvenlik Konseyince belirlenen program dahilinde yok edilmesi tartışması bir yana- bunun Irak’a yönelik bir ABD harekatına meşruiyet kazandırması tartışmalıdır. Çünkü nükleer, kimyasal veya biyolojik kitle imha silahlarına sahip ve demokratik olmayan çok sayıda ülke bulunmaktadır. Ancak BM’in bunları Şarta aykırı davranmaktan mahkum ettiği ve ciddi askeri sonuçlarla karşılaşacaklarını bildiren herhangi bir kararı da bulunmamaktadır. ABD’nin kendisi dahi Biyolojik Silahların Engellenmesine ilişkin sözleşmenin ek protokollerini imzalamamakta direnmektedir.

72.  ABD önleyici savunma savaşından söz ederken BM-Şartı Md. 51’ dayanması hukuka aykırıdır. Haklı savunma ancak halihazır ve güncel bir saldırıyla birlikte ya da hemen ardından söz konusu olabilecek ve BM’in devreye girmesiyle sona erecek geçici bir durumdur ve ancak ikincil niteliğe sahiptir. Bunun dışında herhangi bir saldırı söz konusu olmadan, öznel değerlendirmelere dayalı önleyici savunma savaşına başvurmak uluslararası hukukun kabul etmediği, hatta açıkça reddettiği bir olgudur. Nitekim 1981 yılında Tuweitha (Tamuz I)’daki Irak nükleer tesislerinin İsrail tarafından tahrip edilmesi Güvenlik Konseyince oybirliğiyle mahkum edilmiş ve önleyici savunma saldırısı gerekçesinin uluslararası hukukça meşru görülmediği belirtilmişti. Beş yıl sonra ABD’nin Berlin’deki La Bella diskoteğine yönelik terörist saldırının öcünü almak amacıyla Libya’nın Trablus kentinin bombalanması aynı biçimde hukuka aykırı görülmüş, önleyici savunma eylemlerinin aslında “taarruz savaşı” olduğu belirtilmişti.[102]

73.  Bu ve daha birçok nedenden dolayı ABD ve İngiltere’nin Irak’a yönelik saldırılarının uluslararası hukuka uygun bir yanı olmadığı gibi, bu eylemler uluslararası hukuka ve global adalete olan inanca da zarar vermektedir. Öte yandan Irak Rejiminin, hangi gerekçe ya da motiflerle hareket etmiş olursa olsun, kendisinin gerek uluslararası hukuk kurallarına gerekse de kendi ülkesinde insan haklarına riayet etmediğini, bölge barışı için birçok ülkeyle birlikte bir tehdit potansiyeli taşıdığını, bunun 1991 yılına kadarki pratiğiyle sabit olduğunu da vurgulamak gerekir.

74.  ABD’nin artık uluslararası hukuka ilişkin kaygı ve açıklamalarını yada meşruiyet arayışlarını bir kenara bırakıp kimi zaman doğrudan doğruya dünya barışı, özgürlük ve demokrasi için mücadele ettiğini ileri sürmektedir.[103]

75.  Dünya Barışı, özgürlük ve güvenlik için ilk adımlar zaten Uluslararası Hukuk, insan hakları politikası ve özellikle Birleşmiş Milletlerin kurulmasıyla atılmıştı. Bu sistem dinamik yapısıyla zaten yeni koşullara göre kendini yenileyebilmekte, gerektiğinde konsept değişikliğine gidebilmekteydi.[104] Bu konsept değişikliği yalnızca zayıfların ya da yoksul ülkelerin yararına değildir.

76.  Güçlü ülkeler ve toplumlar dahi global adaletsizlik, ve onun kültürel, sosyal ve etik sonuçlarından zarar görebilirler. Zaten başta radikal İslamcı terör olmak üzere günümüz terörizminin kaynağının bu olguya dayandığı genellikle kabul edilmektedir. 11 Eylül saldırıları entelektüel dünya tarafından az gelişmiş dünyanın tehdit potansiyeli ve global adaletsizliklerin bir ifadesi olarak görülmektedir. Bu yaklaşım tarzı kimileri tarafından islami terörün kabaca basitleştirilmesi olarak eleştirilebilir. Ancak günümüz gelişmeleri ışığında dünya çapında zengin ile yoksul arasındaki makasın açıldığı ve “güçlünün hukuku” yönünde bir eğimin ortaya çıktığı yadsınamaz. Dünya barışı ve global adalet yalnızca Kuzey Kore ya da Irak gibi “axe of evil/şer ekseni”ne ait ülkeler tarafından tehdit edilmemektedir. Dünyanın demokrasi ve adalet anlamında bir çok şeyi borçlu olduğu ABD’nin de artık bu yöndeki ağır aksak duyarlılıklarını bir kenara bıraktığını görmekteyiz. ABD’nin Kyoto-Protokollerini sürekli ihlali, Uluslararası Ceza Mahkemesinin kurulması ve işlemesi yönündeki sürekli engel ve tehditleri, Guantanamo Bay’daki esirlerin hiçbir hukukun geçerli olmadığı bir ortamda tutulmasının sürdürülmesi ve son olarak da Birleşmiş Milletlerin varlığını ve gerekliliğini tartışmaya açarak yürüttüğü Irak savaşı, dünya barışına yönelik en büyük tehdit olabilecek niteliktedir. Çünkü dünya barışı ve güvenliği ancak uluslararası hukukun geçerli olduğu bir dünya düzeninde yaşam bulabilir.[105]

77.  Küresel barış, güvenlik ve özgürlük için öyle görünüyor ki, ulusal düzeyde yürütülen anayasallık mücadelelerinin artık uluslararası platforma taşınması gerekecektir. Artık küresel bir bellum omnium contra omnes durumundan çıkıp uluslararası yeni bir toplum sözleşmesi hazırlamak, meşruiyet dayanağını tüm dünya uluslarının tekil bireylerinde, kısacası “insan”da bulan yeni bir dünya anayasası oluşturmak, bu anayasada egemenliğin kullanımına ilişkin erkleri ayırmak ve bağımsız dünya mahkemelerinin oluşturulması gerekecektir.[106] Başka bir anlatımla, anayasacılık mücadelesi yeni baştan küresel platformda yürütülecektir. Ancak biraz tarihten ders alarak, yani soysal boyutunu gözden kaçırmadan. Çünkü soysal olmayanın demokrat olması olanaklı değildir.



* Kritische Justiz 34 (2001) dergisinin 363-283 sayfaları arasında yayımlanan bu Almanca Makale, Yazarın 11.03.2002 tarihli onayıyla kazandırılmıştır.

** Lecturer, School of Law, King’s College London.

*** Dr.iur, Anayasa Mahkemesi Raportörü, yazının sonundaki Irak Savaşına ilişkin değerlendirmeleri yazmıştır.

[1] Bu çalışma için güncel gelişmeler ancak 22.10.2001 tarihine kadar dikkate alınabildi.

[2] Wrack im 80. Stock (80. Kattaki Enkaz), Der Spiegel, 15.9.2001, s. 22.

[3] Krşl. 5000’den fazla Kurban, tagesschau.de, 16.10.2001, http://www.tagesschau.de/archiv/themen2001/terrorusa/texte/oepfer_bergung/rettung_opfer.html (22.10.2001)

[4] Karşılaştırma amacıyla: bu güne kadar ki terör saldırıları her defasında en fazla birkaç yüz kişinin ölümüyle sonuçlanmaktaydı (örneğin Lockerbie Faciası: 270; Oklahoma saldırısı: 168), yine bkz., ODCCP listesi http://www.undcp.org/terrorism_high_casualty.html (24.9.2001).

[5] Bin Ladin’in saldırılardaki sorumluluğu üzerine 4.10.2001 tarihli İngiliz hükümeti bildirisi, dava yoluyla kontrol edilebilecek hiçbir veri içermediğini gözler önüne sermektedir. Bin Ladin’in sorumluluğu, öncelikle onun açıklamalarına ve önceki saldırılarına katkısı ile birtakım ayrıntısız belirtilere dayandırılmaktadır. Bkz. Responsibility for the terrorist strocities ın the United States, 11 September 2001, bkz. http://number-10.gov.uk/news.asp?Newsld=2686 (5.10.2001).

[6] Oklahoma saldırısı dikkate alındığında, ulusal bir terör eylemi olasılığını da göz ardı etmemek gerekir. Uluslararası hukuk tarafından genel kabul gören bir “uluslararası terörizm” tanımı yoktur, krşl., Higgins, The general international law of terrorism, in: Higgins/Flory (eds.), Terrorism and International Law, 1997, s. 17 ile Friedlander/Marauhn, Terrorism, in: Bernhardt (ed.), Encyclopedia of Public International Law, Vol. IV (2000), s. 864 ve 849. New York ve Washington saldırıları, farklı kavram tanımlamalarından bağımsız olarak da “uluslararası Terörizm” olarak tanımlanabilecektir.

[7] New York (eyalet) ceza hukukunun yanında federal ülkede geçerli 1990 (18 USC §§ 2331 vd) tarihli Antiterrorism Act uygulanabilecektir, bkz., Paust, Addendum: Prosecution of Mr. Bin Laden et al., in: American Society of International Law, ASIL Insights: Terrorist Attacks on the World Trade Center and the Pentagon, http://www.asil.org/insights/insights77.htm (11.10.2001).

[8] Bu nedenle öğretide uluslararası terörizm genellikle yalnızca bu bağlamda tartışılıp değerlendirilmektedir, krşl., Buergenthal et al., Grundzüge des Völkerrechts, 2. Bası, 2000, s. 337 ve Seidl-Hohenveldern, Völkerrecht, 8. Bası, 1994, Kn. 1382. Benzeri Higgins (Dipnot 6), s. 29. Terörizmin ilk etapta ceza hukuksal değerlendirilişi, Birleşmiş Milletlerin “Terrorism Prevention Branch”ın, UN Office of Drug Control and Crime Prevention (ODCCP)’in bir birimi olmasında da kendini göstermektedir.

[9] Metinler için bkz., http://www.undcp.org/terrorism_conventions.html (21.9.2001). 1999 tarihli Konvansiyon henüz yürürlüğe girmedi (Kasım 2001 tarihi itibariyle –ÇN), bkz., Pronto, Comment, in: ASIL Insights (Dipnot 7).

[10] Buergenthal et. Al (Dipnot 8), s. 2; Seidl-Hohenveldern (Dipnot 8), § 53.

* Mart 2003’de yargıçlarının yeminiyle Den Haag’da resmen göreve başladı. (ÇN)

[11] Aynı yönde BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Mary Robinson’un 25.09.2001 tarihli basın açıklaması, http://www.un.org/News/dh/200110925.htm (26.9.2001).

[12] “For the purpose of this Statute, ‘crime against humanity’ means any of the following acts when committed  as part of a widespread or systematic attack directed against any civilian population, with knowledge of the attack: (a) Murder; (…)”

[13] “For purpose of paragraph I: (a) ‘Attack directed against any civilian population’ means a course of conduct involving the multiple commission of acts referred to in paragraph I against any civilian population, pursuant to or in furtherance of a State or organizational policy to commit such attack (…)”. Tümü için bkz., Preparative Committee for the ICC’nin 2.1.2000 tarihli yorumlayıcı açıklamaları, PCNICC/2000/I/Add.2, http://www.un.org/law/icc/statute/elements/english/I-add2e.pdf (24.9.2001).

** Uluslararası Ceza Mahkemesi, yazının yayınlandığı tarihte henüz faaliyete başlamamıştı. (ÇN)

[14] bkz., http://www.un.org/law/icc/statute/status.htm (24.9.2001). 31. Ağustos 2001 itibariyle.

[15] Benzer şekilde Ratner, An Alternative to U.S. Employment of Military Force, Center for Constutional Rights, http://www.zmag.org/ratnercalam.htm (9.10.2001).

[16] Güney Afrika, Japonya ya da Tayland örnek olarak verilebilir.

[17] Spiro, Not war, Crimes, FindLaw’s Writ Legal Commentary, 19. September 2001, ABD’nin Vietnam savaşından bu yana hiç bu kadar fazla insan kaybetmediği ve 11.9.2001’deki ölü sayısının ABD’nin 19.yy’daki uluslararası savaşlardaki zayiatlarının toplamını aştığına işaret etmektedir, bkz., http://writ.news.findlaw.com/ (26.9.2001).

[18] UN-GA Resolutions 49/60, tarih 9.12.1994, 17.12.1996 tarihli GA-Res 51/210 tarafından onaylanmış ve 19. Ekim 1999 tarihli UN-SR Resolution, bu ve diğer BM-Dökümanlar internetten http://www.un.org/documents/ adresinden indirilebilir.

[19] Bkz., aynı zamanda Haiti, Somali, Bosna-Hersek ve Kosova Kararları, krşl., son olarak 21. Haziran 2001 tarihli S/RES/1357 (Bosna-Hersek hakkında) ve 30 Temmuz 2001 tarihli S/RES/1363 (Afganistan hakkında).

[20] Bkz., örneğin 31.1.1992 tarihli Güvenlik Konseyi Devlet ve Hükümet Başkanları Zirve Açıklaması (S/23500), Metin için Verinte Nationen 2/1992, s. 66 vd. Bkz., aynı zamanda Bruha/Krajewski, Funktionswandel des Sicherheitsrates VN 1/98, s. 16 vd ve Frowein, in: Sima (ed.), The Charter of the United Nations, A Commentary, 1994, Art. 39, Rn. 6.

[21] Buergenthal et. Al (Dipnot 8), s. 59 vd ve Bruha/Krajewski (Dipnot 20), s. 16.

[22] Friedlander/Marauhn (Dipnot 6), s. 850 vd.

[23] S/RES/731, 21 Ocak 1992, bu konuya ilişkin ayrıca Higgins (Dipnot 6), s. 20.

[24] S/RES/748, 11 Mart 1992.

[25] S/RES/883, 11 Kasım 1993.

[26] S/RES/1044, 31 Ocak 1996 ve S/RES/1054, 26 Nisan 1996.

[27] S/RES/1076, 22 Ekim 1996.

[28] S/RES/1214, 8 Aralık 1998.

[29] S/RES/1267, 15 Ekim 1999 ve S/RES/13333, 19 Aralık 2000.

[30] S/RES/1267, 5. ve 6. mülahaza nedeni.

[31] S/RES/1267, 2. Paragraf.

[32] İlkönce yalnızca Hava ve finansman ambargosu konulmuş (S/RES/1267), bu geçen yıl (2000-ÇN) silah ambargosu ve askeri işbirliğinin iptal edilmesini kapsayacak biçimde genişletilmişti (S/RES/1333).

[33] De facto-Rejimler için bkz., Frowein, De Facto Regime, in: Bernhardt (ed), Encyclopedia of Public International Law Vol. I (1992), s. 966 vd.

[34] S/RES/1269, 19 Ekim 1999.

[35] S/RES/1368, 12.9.2001.

[36] “The Security Council (…) 1. Unequivocally condemns in the strongest terms the horrifying terrorist attacks which toop place on 11 September 2001 in New York, Washington D.C. and Pennsylvania and regards such acts, like any act of international terrorism, as a threat to international peace and security; Government of the United States of America (…)”.

[37] S/RES/1373, 28 Eylül 2001.

[38] S/RES/688, 5 Nisan 1991, ayrıca bkz., Bruha/Krajewski (Dipnot 20), s. 16.

[39] Nitekim örneğin UÇK, bkz., S/RES/1160, 31 Mart 1998.

[40] Bu anlamda ayrıca Eppler, Weder Krieg noch Frieden, Der Spiegel 41/2001, 8.10.2001, s. 56.

[41] Verdross/Simma, Universelles Völkerrecht, 3. Bası, 1984, s. VII ve 69 vd. Ayrıca Fassbender, UN Security Council Reform and the Right to Veto, 1998, s. 37 vd., ve Krajewski, Verfassungsperspektiven und Legitimation des WTO-Rechts, 2001, s. 124 vd.

[42] Krşl. BM-Şartı Md. 107.

[43] Nitekim 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesinde yalnızca “silahlı çatışma” dan söz edilmektedir.

[44] Meng, War, in: Bernhardt (ed.), Encyclopedia of Public International Law, Vol. IV (2000), s. 1335.

[45] Bkz., aynı şekilde Bruha/Krajewski, Stichwort: Bürgerkrieg, in: Seidl-Hohenverldern (Hrsg.), Lexikon des Völkerrechts, 1998, Nr. 4/120.

[46] Paust, Addenum: war and responses to terrorism. İn: ASIL, Insights (Dipnot 7).

[47] Paust (dipnot 46). Eleştirel olarak Spiro (Dipnot 17), ve Covey, The Need for Clarity in Assessing the Terrorist Acts, Findlaw’s Legal Commentary, 25. Eylül 2001, http://www.findlaw.com/ (26.9.2001).

[48] Krşl. Örneğin Hamburger Arbeitsgemeinschaft Kriegsursachenforschung (AKUF) tanımı, şu unsurları kapsayacak biçimde kullanmaktadır: “Silahlı operasyonlar belirli bir süreklilik içinde cereyan ederler ve yalnızca arızi ve kendiliğinden gelişen çatışmalar olarak değil, başka bir anlatımla her iki taraf, savaşların bir ya da birden fazla toplumun bölgesinde cereyan edip etmediğinden ve uzun süreli olup olmamasından bağımsız olarak planlı bir strateji ile hareket etmektedirler.” Bkz., http://www.sozialwiss.uni-hamburg.de/Ipw/Akuf/kriegeoo.htm (20.9.2001).

[49] Bkz. Afganistan’a askeri müdahale, FAZ, 8.10.2001.

[50] Afganistan’a saldırılardan 9.10.2001 tarihinde BM-Mayın tarama ekipleri ve 17.10.2001 tarihinde de Kızıl Haç deposu nasibini aldı. Büyük bir olasılıkla şu ana kadar yüzlerce sivil saldırılarda canlarını kaybetti, bkz., Attack on Afghanistan, http://www.guardian.co.uk/flash/0,5860,567567,oo.html (22.10.2001). Aynı şekilde Eight in one family killed as planes hit Kabul suburb, The Guardian, 22.10.2001, s. 2.

[51] Ground War Begins, The Guardian, 22.10.2001.

[52] Askeri stratejiler için bkz., The Military Options,The Economist, 22.9.2001, s. 16 ve Krieg im Schatten, Der Spiegel 40/2001, 1.20.2001, s. 152-154.

[53] Buergenthal et al. (Dipnot 8), s. 56 ve Seidl-Hohenveldern (Dipnot 8), § 88. Güvenlik Konseyinin, BM üyelerini askeri güç kullanımıyla yetkilendirme uygulaması, her ne kadar BM-Şartının lafzından çıkarılamamakta ise de, BM-Şartının geliştirilmesi olarak yorumlanabilir. Bkz., Bruha/Krajewski (Dipnot 20), s. 16 vd.

[54] Aynı yönde Merkel, Das Elend der Beschützten, KJ 1999, s. 526 vd ve Paech/Stuby, Ist die UNO ein Auslaufmodel?, in: Cremer/Lutz (Hrsg.), Nach dem Krieg ist vor dem Krieg, 2000, s. 152 vd. Eleştirel olarak Nolte, Kosovo und Konstitutionalismus: Zur humanitären Intervention der NATO-Staaten, ZaöRV 59 (1999), s. 941 vd. NATO müdahalesini hukuka uygun görenler ise, Thürer, Der Kosovo-Konflikt im Lichte des Völkerrechts, AVR 2000, s. 4 vd. ve Bruha, Menschenrechte versus Souveränität: Grundsätzliche Fragen des aktuellen Völkerrechts, Texte der Deutschen Gesellschaft für Völkerrecht, “Blaue Reihen” Nr. 78, 2000.

[55] Verdross/Sima (Dipnot 41), s. 285 vd; Randelzhofer, in: Sima (ed.), The Charter of the United Nations, Commentary, 1994, Art. 2 (4), Rn. 28-29.

[56] Bkz. Dipnot 50.

[57] S/RES/1368, 12 Eylül 2001.

[58] S/RES/1373, 28 Eylül 2001.

[59] “Wir sind eine Welt”, Der Spiegel, 15.9.2001, s. 33 (“Blankoscheck für die USA”) ve Almanya Başbakanı Schröder’in Afganistan’da uluslararası terörizme karşı başlatılan harekattan sonra güncel durum üzerine yaptığı 11.10.2001 tarihli hükümet açıklaması, bkz., http://www.bundesregierung.de (20.10.2001).

[60] Aynı yönde Kirgis, Security Council Adopts Resolution on Combating International terrorism, ASIL Insights (Dipnot 7) ve Bruha/Bortfled, Terrorismus und Selbstverteidigung, in: Vereinte Nationen 5/2001  ve Stuby, Internationaler Terrorismus und Völkerrecht, Blätter für deutsche und internationale Politik 11/2001, s. 1330 vd.

[61] Nitekim aynı yönde Winter, Kein Recht zum Krieg, taz, die Tageszeitung, 2.10.2001.

[62] Randelzhofer, in: Simma (ed.), The Charter of the United Nations Charter, A Commentary, 1994, Art. 151, Rn. 18.

[63] Resolution 3314/XXIX ve diğerleri, Sartorius II Nr. 5’te basılı. Detaylı bilgi için Bruha, Die Definition der Aggression, 1980.

[64] Randelzhofer (Dipnot 62), Rn. 15.

[65] IGH (Uluslararası Adalet Divanı-ÇN), Case Concerning Military and Paramilitary Activities in and against Nicaragua, Merits, 27. Haziran 1986 tarihli karar, Paragraf 195. IGH-Kararları http://www.icj-cij.org sitesinden indirilebilir.

[66] Nitekim aynı yönde Bruha/Bortfeld (Dipnot 60) ve Birleşmiş Milletler İçin Alman Toplumu’nun ABD’ne yönelik 11.9.2001 tarihli saldırılarına ilişkin açıklaması, 20.9.2001 tarihli Açıklama için bkz., http://www.dgvn.de/publikation/DGVN-Erklrg.htm (9.10.2001). A.A. Tönnies, Krieg oder Polizeiaktion, in: Blätter für deutsche und internationele Politik, 10/2001, s. 1183 vd. devlet kaynaklı ve bireysel güç arasındaki kurucu ayrımı savunmaktadır.

[67] IGH (Dipnot 65), Paragraf (Prg.) 195.

[68] A.A. Bartels, Rache oder Recht?, in: Terror, Frieden, Religion, PublikForum Dossier, 2.10.2001, s. IV, yalnızca lafzı esas almaktadır.

[69] Metin için bkz., Blätter für deutsche und internationale Politik, 10/2001, s. 1263. Üç hafta sonra NATO Genel Sekreteri, ABD’nin verdiği bilgiler ışığında saldırının “dışarıdan” geldiğinin sabit olduğunu belirtti. Bkz., Statement by NATO Secretary General, Lord Robertson, 2. October 2001, http://www.nato.int/docu/speech/2001/s0011002a.htm (4.10.2001).

[70] Aynı yönde Paech, Neue NATO-Strategie-Neues Völkerrecht, in: Hösler/Paech/Stuby, Der gerechte Krieg?, 2000, s. 64 vd.

[71] Gorine-Ysern, Addendum: Inter-American Regional Security Against Terrorism: A Shield and a Sword, in: ASIL Insights (Dipnot 7).

[72] Statement of the Secretary General on the situation in Afghanistan, 8. October 2001, SG/SM/7958, AFG/149 http://www.un.org/News/ossg/latestsm.htm (9.10.2001).

[73] Bryde, Self-Defence, in: Bernhardt (ed.) Encyclopedia of Public Interantional Law, Vol. IV (2000), s. 362 ve Randelzhofer (Dipnot 62), Prg. 34 ve diğer veriler.

[74] Bkz. Aşağıda 4. başlık.

[75] Bkz., Randelzhofer (Dipnot 62), Prg. 34.

[76] Bryde (Dipnot 73), s. 362 ve Randelzhofer (Dipnot 62), Prg. 37.

[77] Bkz., Güvenlik Konseyi Başkanının 8.10.2001 tarihli basın açıklaması, http://www.un.org/News/dh/latest/page2.html#52 (9.10.2001).

[78] Bunun için bkz., Buergenthal et al. (Dipnot 8), s. 231.

[79] Benzer biçimde Byrde (Dipnot 73), s. 363.

[80] Bkz., örneğin Tröndle/Fischer, StGB, 49. Bası 1999, § 32 Kn. 15.

[81] Bkz. Başlık II. 3. b).

[82] Benzer yönde Byrde (Dipnot 73), s. 362: “Art. 51 restricts the permissible use of force to the necessary minimum”.

[83] Bkz., 1997 tarihli Birleşmiş Milletler Terörist Bombalı Saldırıların Önlenmesine dair Sözleşmenin 8. maddesi (Dipnot 9).

[84] Nitekim Bin Ladin Afganistan’a kabul edilmeden önce Sudan’da yaşamıştı.

[85] Aynı yönde Buergenthal et al. (Dipnot 8), s. 231 vd.

[86] Aynı yönde Bruha/Bortfeld (Dipnot 60).

[87] Başkan Bush’un açıklaması için bkz., FAZ (Dipnot 49).

[88] Bkz., yukarıda başlık II. 3. b).

[89] Bkz., yukarıda başlık III. 4. a).

[90] Bkz., Zumach, Grünes Licht vom Sicherheitsrat und ders., UN-Sicherheitsrat billigt Angriffe auf Afghanistan, taz, die tageszeitung, 10102001 ile Leicht, Was ist es, wenn nicht Krieg?, Dıe Zeit, 40/2001.

[91] Bkz., Güvenlik Konseyi başkanının açıklaması, 8.10.2001 (Dipnot 77).

[92] Irak’ın ABD ve İngiltere tarafından tekrar tekrar bombalanması gibi.

[93] Aksi yönde Zumach (Dipnot 90).

[94] Bruha/Krajewski (Dipnot 45), s. 3-4.

[95] Bkz., Uluslararası Af Örgütünün 1998 ve 1997 yıllık raporlarında Afganistan’a ilişkin açıklamalar ve Afghanistan: Tousands at imminent risk of human rights abuses, Al-index: ASA 11/008/1999, 29.7.1999, http://web.amnesty.org/ai.nsf/COUNTRIES/AFGHANISTAN?OpenView&expandall (22.10.2001).

* IRAK SAVAŞINA İLİŞKİN BİR DEĞERLENDİRME:

   

[96] Zinn, Violence Doesn’t Work, in: The Progressive, 14 Eylül 2001, http://www.progressive.org (16.9.2001).

[97] bkz. Kofi Annan, Vereint gegen den Terrorismus, FAZ, 23.9.2001.

[98] Norman Paech, Der Irak Krieg oder der Abschied vom System der kollektiven Sicherheit, http://www.uni-kassel.de/fb10/frieden/regionen/Irak/paech.html (02.04.2003).

[99] Pearl-Harbour Saldırısının, aslından Roosevelt tarafından bilindiği, ancak ABD halkını savaşa ikna etmek için, olaya seyirci kaldığı; Saddam Hüseyin’in Kuveyt’e saldırısının ABD istihbaratınca bilindiği hatta gizli bir onayın varlığının bulunduğu da artık pek yadsınmayan gerçekliklerden. Benzer öngörüleri güçlendirecek oldukça fazla verilere, 11 Eylül saldırılarını izleyen haftalarda yapılan resmi açıklamalarda rastlamak mümkün. Benzer değerlendirmeler için bkz., Erhard Crome, Die Große Lüge, http://www.linksnet.de/artikel.php?id=871 (02.04.2003)

[100] EJDM, Irak-den Krieg verhindern!, http://www.ejdm.de/irak-krieg.htm, (04.04.2003)

[101] Güvenlik Konseyinin ilgili kararı için bkz. http://ods-dds-ny.un.org/doc/UNDOC/GEN/N02/682/26/PDF/N0268226.pdf?OpenElement (04.04.03).

[102] a.g.e.

[103] “Vasallarımızı sürekli bağımlılık durumunda tutmak, bize haraç verenlerin uysallığını ve güvenliğini sağlamak ve barbarların güç birliği yapmalarını engellemek” biçiminde 2000 yılında Bush yönetimine yapılan öneriler (Zbigniew Brzezinski önerisi) gibi yalın gerçeği dile getiren açıklamaları siyasal bilimsel araştırmalara bırakıyoruz. Bkz. Norman Paech, a.g.e., http://www.uni-kassel.de/fb10/frieden/regionen/Irak/paech.html (04.04.03)

[104] Soğuk savaş sonrası evrensel adalet, insan hakları ve terörle mücadele biçiminde özetlenebilecek bir konsept değişikliğini BM’de izlemek mümkün.

[105] Geniş değerlendirmeler için bkz., Alfredo rker, Ohne Alternativen und dennoch in Gefahr! – Über die Notwendigkeit und den aktuellen Zustand globaler Gerechtigkeit, Humboldt Forum Recht, http://www.humboldt-forum-recht.de/2-2003/Drucktext.html (31.02.2003).

[106] Guantanamo esirleri konusunda Amerikan mahkemelerinin verdikleri kararlar, ulusal mahkemelerinin küresel barış ve adalet konusundaki zafiyetlerini gözler önüne sermektedir. Bir Eyalet Yüksek Mahkemesi Guantanamo’da tutulan esirlerin (hukuksuz savaşçıların) Amerikan Anayasasında belirtilen haklardan yararlanamayacaklarına karar vermişti. Bkz., Der Spiegel, 12.03.2003, http://www.spiegel.de/panorama/0,1518,239790,00.html, (04.04.03).