Son Güncelleme Tarihi 01.04.2003
 

 

Makale:

 

 

OSMANLI HUKUKUNDA TAŞINMAZLARA TASARRUF ŞEKLİ VE TASARRUF BELGELERİNİN GÜNÜMÜZ HUKUKUNDA GEÇERLİLİĞİ

 

Yrd. Doç.Dr. Osman Kaşıkçı*

 

 

I- OSMANLI DEVLETİNDE KADASTRO KAYITLARI

        Parg. 1.             İslâm hukuk tarihinde ilk kadastro kayıtlarının Hz. Ömer zamanında yapılmaya başladığını biliyoruz. Gerçekten Hz. Ömer "Şen ve mamur olan arazinin tahririni yapınız. Bilfiil ziraat edilen veya edilebilecek olan araziyi tespit edi­niz. Verimsiz ve çorak yerleri, çift sürülmesi kâbil olmayan höyük­leri, te­peleri, orman­ları, bataklıkları, sazlıkları ve benzeri araziyi vergide esas ola­cak arazi arasına kat­mayınız"[1] diyerek ülkesindeki arazilerin yazılmasını em­retmiştir ve böylece İslam hukukunda kadastro kayıtlarının temelini atmıştır. Ancak söz konusu yazıdan da anlaşılacağı üzere o zaman arazilerin yazılmasının sebebi, ilgili yerlerin vergilendirilmesidir. Bununla birlikte adı geçen kayıtların arazi sahiplerini belirlemede kullanılmasına engel bir durum söz konusu değildir.

        Parg. 2.             Daha sonra gelen Türk-İslâm Devletleri de taşınmazların kaydına gereken önemi vermiş ve fethettikleri yerlerde ilk yaptıkları iş, hemen arazinin kadastrosunun çıkartılması olmuştur. Bu amaçla oluşturulan Kuyûd-ı Hakani defterlerinin Selçuklular za­manında da tutul­duğu bilinmektedir. Anadolu Selçuklularında bu nevi defterleri tu­tanlara Pervane, Osmanlılarda ise, Tevkii, Tuğraî, Muvakkî ve daha sonra Nişancı dendiği görüyoruz[2].

        Parg. 3.             Osmanlı Devleti'nin kuruluşu ile kadastro kayıt işlemleri büyük bir gelişme kaydetmiştir. Gerçekten Osmanlı Devleti'nin İkinci Sultanı Orhan Bey'in kardeşi Alaaddin'in vezirliği sırasında, idarî yapılanma gerçekleştirilirken arazinin tasarruf şekilleri ve bunların gelirleriyle ilgili kayıtlar ve defterler de oluşturulmuştur. Ne var ki, şu anda elimizde bu kayıtlar mevcut değildir. Bu sebeple o döneme ait gerek bu defterlerin içeriği gerekse kayıt teşkilatı hakkında etraflı bir bilgiye sahip değiliz. Fakat daha sonraki defter kayıtlarından, tutulan bu kayıtlarla oluşan defterlere "Defter-i Köhne" dendiği anlaşılmaktadır[3].

        Parg. 4.             Osmanlı Devleti'nde arazinin mülk, mirî, mevkuf, metruk ve mevat olmak üzere beş kısma ayrıldığını biliyoruz[4]. Mülk arazi, mülkiyetin kazanılma yollarından veya padişah tarafından şahıslara devlete hizmetlerine karşılık mülk olarak verilen yerleri ifade et­mekte­dir. Bu çeşit arazide tam mülkiyet esasları geçerli olup malikleri dilediği şekilde bu taşınmazlar üzerinde tasarrufta bulunabilirlerdi. Bu tasarruflar genelde şekle bağlı değildir. Sadece ileride çıkması muhtemel anlaşmazlıkları önlemek için uygulamada bu tasarruflar şer’iye sicillerine kaydedilmekteydi[5].

        Parg. 5.             Mirî arazi ise, kuru mülkiyeti (rakabesi) devlete tasarruf hakkı şahıslara ait olan arazilerdir. Gelirlerine göre has, zeamet ve tımar olmak üzere üçe ayrılır. Bu çeşit arazi üzerinde tasarruf hakkı sahibi olanların, mülkiyeti başkasına devir ve temlik dışında tam mülkiyete yakın şekilde tasarruf etme imkanına sahip oldukları söylenebilir. Sözgelimi kendisi ekebilir, başkasına kiraya verebilir ve borcuna karşılık vefâen ferağ edebilir ve zamanla oranları değişse bile mirasçılarına intikal edebilirdi. Has, zeamet ve tımar sahipleri yerin sahibi (sahib-i arz) sayıldıklarından tasarruf hakkı sahiplerinin bu hak üzerindeki tasarrufları ancak bun­ların huzuru ile gerçekleşirdi. Bu gibi işlemlerde has, zaim ve tımar sahipleri yeni tasarruf hakkı sahibine kendi mühürledikleri belge(temessük)leri verir­lerdi[6].

        Parg. 6.             1263 (1847) tarihine kadar mirî arazinin idaresi ve bu arazinin te­fviz, ferağ ve intikali gibi tasarruf işlemlerinin yerine getirilmesi ve ilgililere tasarruflarını gösterir senetler ver­mek, has, tımar ve zeamet sahipleri ile Koru Ağaları, Subaşılar, Mültezim ve Muhassıllara ait idi. Bunlar tarafından verilen tasarruf belgelerine Sipahi Senedi, Zaim Senedi, Tapu Temessük'ü denirdi. Bütün bu senet çeşitlerini ifade etmek için ise "Atik Senet­leri" kavramı kullanılmaktaydı[7].

        Parg. 7.             Vakıf arazi ise, aslında mirî arazi iken sonradan gelirleri hayır kuruluşlarına tah­sis edilen taşınmazların. Bunların mülkiyeti üzerinde herhangi bir tasarrufta bulunmak çok sıkı şartlara bağlanmıştı. Vakıf mütevellisi, vakfedilmiş olan taşınmazlar üzerinde mülkiyetin devir ve temliki dışında diğer tasarrufları yapabilirlerdi[8].

        Parg. 8.             II. Mehmet(Fatih),  "Kanunname-i Kitabet-i Vi­layet" adlı kanun­name ile ülkenin tamamının tapu kaydını yeniden yaptırmıştır[9]. Fatih'in çıkarmış olduğu bu kanunnameye göre, fethedilen arazilerin nüfusu, arazinin durumu ve benzeri husus­lar, tescil gayesi ile resmi görevliler tarafından yazılıp koruma altına alınacaktır. Arazinin bu şekilde yazılmasına "tahrir" denmektedir ve bu işlemleri iki memur yürütmekte­dir. Bunlar "Defter Emini" ve "Vilayet Katibi"dir. Defter Eminine Muharrir-i Mema­lik, Muharrir veya İl Yazıcısı da denmektedir[10].

        Parg. 9.             Tahrir neticesinde iki çeşit defter ortaya çıkmıştır: a) Mufassal Defter: Bu defterde arazinin üzerindeki mezralar, köyler, ormanlar, kışlaklar ve bütün arazi çeşitleri ile bunların kime ait olduğu, gelir çeşit ve miktarları ve ödeyecek­leri vergiler bulunmaktadır. Bu defterlerde yazılı arazi tamamen mirî arazidir. b) İcmal Defteri: Bu deftere sadece arazinin has, tımar ve zeamet olup olmadığı sahip­leri ile birlikte kaydedilirdi. Bu tapu-tahrir işleminin sonucunda Osmanlı Devleti'nde 1000 den fazla defter meydana gelmiştir[11]. Görüldüğü üzere her ne kadar ülkenin kadastrosu çıkarılmış ise de, amaç yine düzenli bir vergi toplamadır.

      Parg. 10.           Defter Emini ve Vilayet Katibi bu kayıtlarını kadı (hakim) huzurunda yaparlardı. Başka bir ifade ile bu kayıtlar resmi belge niteliğindeydi. Ancak yine bu kanunnameye göre, ilgili defterlere kayıtları düşen memurlar, bu defterleri Padişaha sunmadan ilgili kimselere hiçbir belge vermeye yetkili değillerdi[12]. Defterler hakim huzurunda oluşturulsa bile padişaha arz edilir ve padişahın oluru alındıktan sonra ilgili kişilere, taşınmaza tasarruf belgeleri verilirdi.

      Parg. 11.           Ka­nuni ve Üçüncü Murat devirlerinde Osmanlı ülkesi yeniden yazılmış ve yeni kayıtlar oluştu­rulmuştur[13]. Fakat esasta bir değişiklik yapılmamıştır. Kayıtlar ve tasar­ruf şekilleri Fa­tih devri ile aynıdır[14]. Amaç yine düzenli bir vergi geliri elde etmedir.

      Parg. 12.           Tanzimat’tan sonra bütün alanlarda olduğu gibi arazi hukuku da kanunlaştırılmıştır. 7 Ramazan 1274 (1858) tarihli Arazi Kanunu (Kanunnâme-i Arazi)[15], günümüz arazi kanunlarına çok yakın bir anlayışla kaleme alınmıştı. Söz konusu kanun, Tanzimat’tan sonraki diğer kanunların aksine, iktibas olmayıp tamamen yerlidir. Arazi Kanununun kaynağını daha önce çeşitli şeyhülislamlar özellikle Ebussuûd efendi tarafından verilen fetvalar oluşturmaktadır. Bu fetvalar daha önce Şeyhülislam M. Arif Bey tarafından Ahkâm-ı Mer’iye ismi ile derlenmiş, arazi kanunu ile de kanun hükmü haline gelmiştir[16]. Kanunnamede Osmanlı toprak sistemi, daha önce olduğu gibi,  mülk, mirî, vakıf, metruk ve mevat arazi olmak üzere beş kısma ayrılmış ve mülk arazilerle ilgili hükümler fıkıh kitaplarında geniş bir şekilde işlendiği için söz konusu kanunda incelenmemiştir. Mülk araziler üzerinde tasarrufların yapıldıktan sonra ispat için şer’iye siciline kaydedildiğini yukarıda ifade etmiştik. 26 Recep 1291 (1875) tarihli nizamname ile mülk arazi üzerindeki tasarrufların tapu memuru önünde yapılması kabul edilmiştir. Böylece mülk arazilerin tasarrufunda ilk defa tapu sicili yolu ile tasarrufa başlanmıştır. Mevat ve metruk araziler ammeye ait oldukları için padişahın izni ve iradesi dışında üzerlerinde herhangi bir tasarruf söz konusu olamazdı. Mevat arazi ihya edilince mülk arazi haline dönüştüğü için mülk arazilerin hükümlerine tabi idi.

      Parg. 13.           Mirî arazinin idaresi ve bu arazinin te­fviz, ferağ ve intikali gibi tasarruf işlemle­rinin yerine getirilmesi ve ilgililere tasarruflarını gösterir senetler ver­mek, has, tımar ve zeamet sahipleri ile Koru Ağaları, Subaşılar, Mültezim ve Muhassıllara ait idi. Ayrıca yine mirî arazilerin tasarruf hakkı üzerindeki tasarrufların da yukarıda sayılan kişilerin huzuru ile yapıldığı daha önce geçmişti. Bilindiği gibi Tanzimat’ın ilanı ile tımar ve zeamet askeri kaldırılmıştır. Bu tarihten sonra mirî arazi tasarrufları mültezim ve mu­hassıllar tarafından yürütülmüştür. 1263 (1847) tarihinde neşredilen irade ile mirî arazinin ferağ ve intikali ile tapu senetlerinin bundan böyle tapu idaresince ver­ilmesi esası benimsenmiştir. 1274 (1858) tarihli Arazi Kanun­namesi ile bu görev mal memurlarına, 1290 (1874) tarihinden sonra da Defterhâneye devredilmiştir.

      Parg. 14.           Ayrıca 1325 yılında Defterhâneden senet verme usulü kaldırılmış ve tapu senetlerinin tanzimi ve tapu kayıtlarının oluşturulması yerel yönetimlere verilmiştir. Fakat aradan dört yıl geçtikten sonra çıkarılan "Emvâli Gayrımenkulenin Tasarrufu Hakkında Kanun" ile yine eski yönteme dönülmüş, yani bütün kayıtların ve senet verme işlemlerinin defterhâneden verilmesi hükme başlanmıştır[17].

      Parg. 15.           Vakıf arazi üzerindeki bütün işlemler bu arada vakıf arazi mu­tasarrıfına temessük senedi verilmesi, vakıf idaresi veya mütevelliler tarafından verilirdi. Daha sonra 6 Recep 1292 (1876) tarihinde çıkarılan talimatname ile bu araziler üzerindeki tasarruf ile ilgili senetlerin verilmesi görevi tapu idarelerine verilmiştir.

 
II- OSMANLI DEVLETİNDE TAŞINMAZLARA TASARRUF ŞEKİLLERİ

      Parg. 16.           Taşınırlarda zilyetliğin sağladığı aleniliği taşınmazlarda tapu senetlerinin sağladığı bilinmektedir. Ancak günümüzde bile taşınmazlara tasarruf eden herkesin elinde tapu senedi yoktur. Bazı kimselerin elinde ise hala Osmanlı devleti zamanında verilen belgeler bulunmaktadır. O halde burada öncelikle bu belgelerin neler olduğunu ve günümüz hukukundaki geçerliliği üzerinde durmak gerekecektir. Hemen belirtelim ki, Osmanlı devleti zamanında taşınmazlara senetsiz ve senetli olmak üzere iki şekilde tasarruf edildiğini görmekteyiz.

A-Senetsiz Tasarruf

      Parg. 17.           Sipahi, mültezim ve mütevelliler tarafından verilen temessükler ve 21 Recep 1291(1875) tarihli nizamnâmeden evvel mahkemelerce verilmiş hüccetlerle veya bun­lar olmaksızın tapu sicilinde hiçbir kayda dayanmadan yapılan tasarruflara senetsiz tasarruf denmek­tedir. Bu nevi tasarruf yalnız mülk ve vakıf arazilerde söz konusu ol­makta idi[18]. Zira yukarıda da belirtildiği üzere mirî arazi tasarruflarında sahib-i arz'lar ilgili kimseye bir tasarruf belgesi vermekteydi.

      Parg. 18.           28 Ağustos 1290 (1874) tarihli emlak-i sırfa ve mevkufe senedatı hakkındaki ni­zam­name ile şehir, kasaba, nahiye ve köylerde bulu­nan bütün taşınmaz sahiplerine üstü mühürlü matbu yeni senetler verilmesi yöntemi getirilerek bundan sonra senetsiz taşınmaz tasarrufu yasaklanmıştır. Bu nizamnamenin 11'inci maddesine göre, taşınmazların alım ve satımı , satıcı ve alıcının bizzat veya vekili ile naip ve Defter-i Hakânî veya tapu katibi huzurunda idare meclisinde mülkünü sattığını beyan etmesi ve karşı tarafında kabul etmesi ile mümkün olabilecektir.

      Parg. 19.           Nizamnamede böyle bir hüküm bulunmasına rağmen uygula­mada bu prensibe uyulmamıştır. Hatta Mecelle Cemiyeti dahi uygula­madaki şekle uygun bir içtihatta bulunmuştur. Temyiz Mahkemesi de 1318 (1892) yılına kadar aynı doğrultuda karar­lar vermiştir[19]. Fakat daha sonra çıkarılan bir kararname ile taraflar arasında adi senetler ile alım ve satım yapılır ve bu durum mahkemeye in­tikal ede­cek olursa bu delillerin nazara alınmaması kararlaştırılmıştır[20].

B- Tapu Senedi ile Tasarruf

      Parg. 20.           1290 (1874) tarihinden sonra taşınmazlara ait işlemlerin yerine getirilmesi, Defter-i Hakânî memurlarına verilmiştir. 1290 da başlanıp 1299'a kadar taşınmazlar yeniden yazılmış ve bu suretle tutulan defterlere "emlak yoklama" defteri adı veril­miştir[21]. Bu defterler emlak katibi ile birlikte yönetim kurulu üyesi ve tahrir memuru tarafından, taşınmazın bulunduğu mahallerin imam ve muhtarları ve ihtiyar meclisi heyeti hazır olduğu halde, taşınmaz sahipleri tarafından ibraz olunan delil ve senetler incelenerek ve elinde senedi ol­mayanların tasarrufu, mülk sebebi olup ol­madığı araştırılarak oluşturulmuştur. Bu şekilde oluşturulan defterler yönetim kuru­lunca incelenir ve uygun bulunursa onaylanırdı. Tasdik edilmeyen yoklama defterleri­nin tasar­rufu ispat bakımından hukuki bir değeri yoktu. Daha sonra bu defterlerin bir nüshası defterhâneye gön­derilir ve defterhâneden tesdik edilip gelinceye kadar mülk sahiplerine, vi­layetlerde naip, muhasebeci, Defteri Hakânî memuru ve sandık emini ile kazalarda kaymakam, naip, tapu katibi, sandık emini tarafından birer geçici il­muhaber kağıdı verilirdi[22].

      Parg. 21.           Önceleri Osmanlı Devleti'nde her çeşit arazi için ayrı bir defter tutulurdu. 1300 yılından sonra bütün arazi çeşitleri için bir defter tutulacağı esası benimsenmiştir.

III-TASARRUF BELGELERİ VE BUNLARIN HUKUKİ NİTELİĞİ

A-GENEL OLARAK

      Parg. 22.           Gerek 1263 ve gerekse 1275 tarihli Tapu Nizamnamelerinde tapu senet ve kayıtlarının hukuki niteliği hakkında bir hüküm yok­tur. 1276 tarihli Tapu Senedatı Hakkındaki Talimatla senetsiz mirî arazi tasarrufu yasaklanmıştır. Fakat bu tali­mat­namede de senet­lerin hukuki niteliği belirtilmemiştir. Mecellede (m.1737) ise sadece Kuyûd-ı Hakânîlerin kesin delil[23] olduğu üzerinde durulmuş, diğer senetler hakkında bir hüküm getirilmemiştir. Medeni Kanunun 7'nci maddesi gereğince bu belgeler aksi ispat edilinceye kadar kesin delil niteliğindedirler. An­cak burada hemen şu hususu ifade edelim ki, Medeni Kanunda bugünkü tapu senetlerinin ispat kuvvetleri hakkında bir hüküm yoktur. Sadece taşınmazlar üzerindeki tasarrufların tapu sicil ve kayıtları ile mümkün olduğunu ve bu gibi hakların tapu sicili ile ispatı lazım geldiği hükme başlanmıştır.

B-DEFTER-İ HAKANİ KAYITLARI

      Parg. 23.           Bu defterler Osmanlı Sultanları zamanında ve bilhassa Kanuni ve III. Murat za­manlarında düzenlenmiş olup sayıları 970 civarındadır. Kuyûd-ı Kadîme veya Kuyûd-ı Hakânî de denen bu defterlerin tarihinin Selçuklu­lar devrine kadar uzandığını yukarıda belirmiştik[24]. Bu defterlere ülkede mevcut bütün yerleşim merkez­leri, zirai toprak­lar, yaylak, kışlak ve diğer topraklar ile bunların bağlı bulun­dukları kişi ve kuruluşlar özenle yazılmıştır. Belirtmek gerekir ki, bu defter­lere kayıtlı bulu­nan taşınmazlar devlete ve hayır kuruluşlarına ait arazilerdir. Bunların kaydedilmesinin sebebi ise has, zeamet ve tımar sahip­lerinin gelirlerinin tespitidir[25]. Şahıslara ait taşınmazlar ise, em­lak yoklama defterlerine kaydedilmekteydi.

      Parg. 24.           Bu kayıtlar özel yazıcı kurullar tarafından eldeki mevcut belgelerle eski defter­lere bakılarak ve mahallinde yapılan in­celeme sonuçlarına göre düzenlenmekteydi. Ayrıca bu kayıtlar nişancı denilen yüksek dereceli bir amir tarafından kontrol edildik­ten sonra padişahlar tarafından tasdik edilirse, hazine-i amire denilen devlet arşivinde koruma altına alınmakta ve arazi işlerinde en sağlıklı delil teşkil etmekteydi[26].

      Parg. 25.           Bu kayıtlarda, kanunlara uygun ve halkın yararının gerek­tirdiği bir değişiklik yapılmak gerektiğinde ise şu usul takip edilmiştir: Önce sultandan irade alınır, divan-ı hümayun kaleminde ferman yazılır, Defter-i Hakânî emini huzurunda defterin üst tarafına fermanın özeti yazılır ve yazan tarafından imza edilirdi. Ayrıca bu fer­man ilgili memur tarafından korunurdu.

      Parg. 26.           Defter-i Hakânî kayıtları, bugünkü tapu sicil kayıtları hük­mündedir. Fakat diğer senetler için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Zira bu defterlerin oluşması diğer senetlere nazaran daha şüpheden uzaktır[27]. Ayrıca bu senetlerin verilme­sine sebep olan tahrirler, esas itibarıyla taşınmazlardan alınacak vergi içindir. Yoksa kişinin o yere malik olduğunun ispatı için değildir. Bilhassa mirî arazilerde kişi malik değildir. O yerde sadece tasarruf hakkına sahiptir. Kuru mülkiyet ise devlete aittir[28].

C-ATİK SENETLERİ

      Parg. 27.           1263 tarihine kadar mirî arazinin idaresi ve bu arazinin tef­viz, ferağ ve intikali gibi tasarruf işlemlerinin yerine getirilmesi ve ilgililere tasarruflarını gösterir senetler ver­mek, has, tımar ve zeamet sahipleri ile Koru Ağaları, Subaşıları, Mültezim ve Mu­hassıllara ait idi. Bunlar tarafından verilen tasarruf belgelerine Sipahi Senedi, Zaim Senedi, Tapu Temessükü denirdi. Hepsine birden ise "Atik Senet­leri" adı verilirdi[29].

      Parg. 28.           Bu senetler bugünkü mevzuatımıza göre de tasarruf hakkını ispata yarayan bel­gelerdendir. Ancak bunların mühürlerinin okunabilmesi gereklidir. 1276 tarihli "Tapu Senedatı Hakkındaki Tali­mat"ın 12'nci mad­desinde "mühürsüz veyahut nâmaruf mühürle memhur olan kağıtlara sahih nazarı ile bakılamayacağı" belirtilmiştir. Bu konuda Yargıtay karar­larına da rastlamak mümkündür. Mesela Yargıtay Birinci Hukuk Dairesinin 2 Haziran 1944 tarihli bir kararında "... İbraz olunan temessük'ün tarihine nazaran tapu teşkilatında tescil edildiği hakkında davacı bir kayda istinat etmemesine ve müddeabihi elinde bulundurmasına mebni bu senede istinaden tasarruf iddiası mesmu’ olmadığı gibi, müddeabihte hakiki yed sahibi olduğu da usulen sabit olma­masına göre yerinde olmayan itirazların red­dine..." denmektedir. Burada tapu teşkilatında tescil edildiği hakkında kayıttan maksat "Ruznamçe Def­teri" dir. Bu defterler has, zeamet ve tımar sahiplerini göstermek üzere tutulan defter­lerdir ve halen Tapu Kadastro Genel Müdürlüğünde Kuyûd-ı Kadime bölümünde korunmaktadır[30].

D-MÜLKNÂME

      Parg. 29.           Osmanlı padişahları tarafından bilhassa devlet bütçesinin açık verdiği zaman­larda gerekli parayı temin için bir yerin mülk olarak bir kimseye temlik edildiğine dair ve­rilen belgedir[31]. Bu belge ilgili arazi hakkında bir çekişme olduğu takdirde ispat için verilmekte­dir. Mülknâme, öncelikle padişah tarafından onanırdı. Daha sonra bu bel­genin hukuka ve padişahın emirlerine uygun olduğunu Divan-ı Hümayun onardı[32]. Dolayısıyla mülknâme gerek o devirde gerekse günümüzde kesin delil niteliğindedir.

E-HÜCCETLER

      Parg. 30.           Bunlar mubayaa, ihbar ve istihkam hücceti olmak üzere üçe ayrılmaktadır. Alım-satım sözleşmesi şeklinde mahkemelerce düzenlenen belgelere "mubayaa hücceti" denmektedir. Bir kimsenin bir araziye uzun zamandan beri mutasarrıf bu­lunduğunu iki kişinin şahitliği ile ispat etmesi halinde mahkemelerce verilen senetlere ise "ihbar hücceti"; alım-satım ve hibe gibi tasarrufları ispat için mahkemelerce verilen senetlere ise "istihkam hücceti" denirdi. Örneğin bir kimse "(S), bir malını diğerine sattıktan sonra mahkemeye gider ve şu malımı (A)'ya sattım" şeklinde bir açıklamada bulunur ve bu ikrar mahkemece bir senede bağlanırdı. İşte bu senetlere "istihkam hücceti" denmekteydi[33]. Bu belgelerin düzenlenmesinde iradeyi bozan sebeplerden biri yoksa kesin delil niteliğindedir[34].

F- YOKLAMA İLMUHABERLERİ

      Parg. 31.           Osmanlı Devleti'nde arazilerin senetsiz tasarrufunu önlemek amacıyla zaman zaman yoklamalar yapılmıştır. Bu arazi tahriri es­nasında yoklama memurları her ara­zinin sahibini, tasarruf sebe­bini, sınırlarını, miktarını bu yoklama defterlerine kaydeder ve il­gililere tapu senedi geldiğinde onunla değiştirilmek üzere geçici ilmuhaberler verir­lerdi. Bunların bir çoğu her nedense tapu senedi ile değiştirilemeden günümüze kadar elde kalmışlardır.

      Parg. 32.           Yoklama memurlarınca tanzim edilen defterler, yönetim kurulları ve tefviz komisyonlarınca incelenip, onandıktan sonra kesin kayıt hükmünü almakta idi. İşte bu komisyonlar tarafından onanmadan yoklama memurlarının vermiş olduğu belgelere "tasdiksiz belgeler" denmektedir. Şüphesiz ki, bu belgelerin her­hangi bir hukuki değeri yoktur. Ancak onanmış yoklama defterlerine dayanılarak verilen senetler tasarruf hakkını ve mülk ediniş sebebini ispat eden kesin delil niteliğindedirler[35].

G-GEDİK SENETLERİ

      Parg. 33.           Bunlar mülk arsalar üzerinde sahipleri tarafından "örf-ü belde" adıyla kurulmuş gediklere ait senetlerdir. Burada arsa ma­liki, senelik kira karşılığı olarak başkasına kendi arsası üzerinde bina yapma ve ağaç dikme hakkını tanır ve bu suretle arsa mülkiyeti ken­disinde kaldığı halde gedik tarafından arsaya dikilen ağaç, inşa edilen yapı üzerinde gedik'in mülkiyet hakkı doğardı.

      Parg. 34.           Arsanın ayrı, yapı ve ağaçların ayrı tapu kayıtları vardı. 1290 (1874) Ağustos ayına kadar arsanın satışı mahkemelerde, yapı ve ağaçların satışları ise ancak arsa malikinin huzuru ile yapılmakta ve satışla ilgili senet yine yalnız arsa maliki tarafından verilmekte idi. İşte "örf-ü belde gedikleri" veya sadece "gedik senetleri" denen belgeler bu senetlerdir.

      Parg. 35.           Daha sonra 8 Zilhicce 1277 (1861) tarihinde çıkarılan Gedik Nizamnamesi[36] ile bu çeşit tasarruflar kolaylaştırılmıştır. Örfü belde gediğinde tasarruf hakkı yapı ve ağaç malikinin olup, arsa sahibinin hakkı tasar­rufa değil, sadece yıllık kira bedeli ile sınırlı idi. Bu durum tarafların mi­rasçılarına da aynen intikal ederdi. Gedik sahibi hakkını satabilir, hibe edebilirdi. İntikal, temlik ve hibe hallerinde akit, arsa sahibinin huzuru ile yapılırdı. Bu husus belli bir süre ile sınırlı olmayıp sürekli bir nitelik arz etmektedir[37]. "Medeni Kanunun Tatbiki Hakkındaki Ka­nun"un 39'ncu maddesi bu çeşit hakların kurulmasını  yasaklamıştır.

H-VAKIF MÜTEVELLİLERİNCE VERİLEN TEMESSÜKLER

      Parg. 36.           1292 (1876) tarihli talimatname ile vakıf arazi senetlerinin defter­hâne tarafından veril­mesi kabul edilmeden önce vakıf araziye ait senet ve temessükler vakıf idareleri ile mütevelliler tarafından verilirdi. Ancak bu talimatnameye rağmen bir çok vakıf kay­dının tapu idaresine devredilmediği, bir kısım vakıf arazisinin hâla bu temessükler ile tasarruf edildiği görülmüştür. Bunlar ancak tasar­ruf hakkının kazanış se­bebini belge­lendiren ve vakıf kayıtlarına uy­gunluğu nispetinde delil kuvvetini haiz bulunan senetlerdir[38].

SONUÇ

      Parg. 37.           Bugün adliye istatistiklerine bakıldığında özellikle kırsal kesimlerde insanlar arasındaki çekişmelerin çoğunluğunun taşınmaz mülkiyetinden ve buna ait hakların kul­lanılmasından doğduğu görülür. Şüphesiz bütün bu çekişmeleri önlemek ancak memleketin sağlam bir kadastro ve tapu siciline sahip olması ile mümkündür. Bunun için yapılacak ilk şey de şimdiye kadar bu konuda nelerin yapıldığı sorusuna cevap bulmaktır. İşte incelememizin birinci kısmında bu soruya cevap aramaya çalıştık.

      Parg. 38.           İncelememizin ikinci kısmında ise, Osmanlı Devleti zamanında taşınmazlara tasarruf belgeleri ve bu belgelerin günümüz hukukundaki ispat niteliği üzerinde durduk. 1926 yılında İsviçre Medeni Kanununun tercüme edilerek Türk Medeni Kanunu olarak benimsenmesi ile medeni hukuk alanında bir dönüm noktası oluşturulmuştur. Hukuki ku­rumları ve kuruluşları bir kanunla ortadan kaldırmak mümkün olsa bile, daha önceki hukuk tarafından tanınan hakları yok saymak mümkün değildir. Bu sebeple, isabetli olarak, günümüz Türk Medeni Kanununda önceki dönemde taşınmazlara tasarruf etme hakkını veren belgeler geçerli kabul edilmiştir. Böylece kişilerin haklarının zayi olmasının önüne geçilmiştir.



* A.Ü. Erzincan Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi

[1] Ebussuud, Risale-i Arazi, Süleymaniye Kütüphanesi, Reşit Efendi Tasnifi, Varak No:1036, s.41 vd.

[2] Sertoğlu, Midhat: Osmanlı Tarih Lügatı, İstanbul 1986. s. 337; Ülgenalp, N. : Evvelki Hukukumuzda Tasarruf Belgeleri, Adalet Dergisi S. 4, Ankara 1949, s. 534.

[3] Tapulama Kanunu Gerekçesi, s. 2.

[4] 1274 Tarihli Kanunname-i Arazi, m. 1; Atıf Bey, Arazi Kanunu Şerhi, İstanbul 1330,12; Halis Eşref, Külliyat-ı Şerh-i Kanun-ı Arazi, İstanbul 1315, 24 vd.; Cin, H. : Miri Arazi ve Bu Arazinin Mülk Haline Dönüşümü, Konya 1992, s.19 vd.; Büyükakın, A. : Gayrımenkul Tapu Mevzuatı ve Gayrımenkul Tasar­ruflarının Temel İlkeleri, Ankara 1990, s. 17 vd.; Köprülü, B. : Toprak Hukuku Dersleri, C. I, İstanbul 1958, s. 14 vd.

[5] Şer’iye Sicilleri (Heyet), Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayını, C. II, İstanbul 1989, s. 22-23.

[6] Cin, Osmanlı, 180 vd.

[7] Ülgenalp, S. 4, s. 535; Büyükakın, 20.

[8] Bu konuda daha geniş bilgi için bk. Akgündüz, A. : İslam ve Osmanlı Tatbikatında Vakıf Müessesesi, Ankara 1986, s. 25 vd.; Cin, 5 vd.

[9] Barkan, Ö. L. : Türkiyede Toprak Meselesi, Toplu Eserler, C. I, İstanbul 1980, s. 299; Kanunnamenin metni için bk. Akgündüz, Kanunnameler, 368; Tapulama Kanunun Gerekçesinde ilk tapu-tahrir işlemlerinin Kanuni döneminde yapıldığı belirtilmektedir(Tapulama Kanunu Esbabı Mucibesi, 2).

[10] Sertoğlu, 161.

[11] Ülgenalp, S. 4, s. 540.

[12] Akgündüz, Ahmet: Osmanlı Kanunnameleri ve Hukukî Tahlilleri, C. I, İstanbul 1991, s. 370.

[13] H. Mehmet Ziyaeddin, Şerh-i Kanun-ı Arazi, İstanbul 1311, s. 58.

[14] Gür, R. : Gayrımenkul Tescili, Akşehir 1955, s.14.

[15] Düstur, 1. Tertip, C. 1, s. 165 vd. Söz konusu kanun hakkında geniş bilgi için bkz. Külliyat-ı Şerh-i Kanun-i Arazi, İstanbul 1315; Ali Haydar: Şerh-i Cedid, Li-Kanun’il-Arazi, İstanbul 1311; Atıf Bey, Kanunname-i Arazi Şerhi, İstanbul 1330; Barkan, Ö. Lütfi: Tanzimat I, s. 321 vd, Cin, Halil: Osmanlı Toprak Düzeni ve Bu Düzenin Bozulması, Konya 1987, s. 21 vd; Cevat: Arazi Kanunu Mer’î midir? İstanbul Barosu Mec. S. 2-3, 1927.

[16] H. Reşit Paşa: Ruhu’l-Mecelle, C. I, İstanbul 1326, s. 16.

[17] Bu kanunlar için bk. Gürmuzar, Tapu ve Kadastro Külliyatı, C. I, Ankara 1956 s. 33 vd.; Büyükakın, 26.

[18] Büyükakın, 27.

[19] Temyiz Mahkemesi 1. HD, 23 Teşrinievvel 1936 T. ve 628/2683 K.(Ülgenalp, S.4, s. 848).

[20] Ali Haydar, Şerh-i  Cedid Li Kanuni’l-Arazi, 2. Baskı, İstanbul 1929, s. 553.

[21] Ülgenalp, S. 5, s. 683; Büyükakın, 26.

[22] Ülgenalp, S. 5, s. 684; Olgaç, 861; Tapu Kanunu Esbabı Mucibe Layihası, 3; Korur, E. : M.E.B.İslam Ansiklopedesi, Tapu Sicili Maddesi.

[23] Bu defterlerin delil olma niteliği hakkında daha geniş bilgi için bk. Halis Eşref, 118; Ali Haydar, (Dürer) IV/553, 554, 555.

[24] Korur, 575.

[25] Karaman, H. : Mukayeseli İslam Hukuku, C. III, İstanbul 1986, s. 217; Ülgenalp, S. 4, s. 535.

[26] Barkan,189.

[27] Ali Haydar : Dürer'ül-Hükkam Şerh-u Mecellet'il- Ahkam, C. IV, İstanbul 1330, s. 553.

[28] Ülgenalp, S. 4, s. 535.

[29] Ülgenalp, S. 4, 528 vd.; Büyükakın, 20.

[30] Ülgenalp, S. 4, s. 535; Büyükakın, 19 vd.

[31] Büyükakın, 20.

[32] Barkan, 264.

[33] Büyükakın, 21.

[34] Mecelle, m. 1738.

[35] 1515 sayılı kanunun tatbiki hakkındaki nizamname, m. 1; Büyükakın, 23.

[36] Düstur, I.Tertib, C. I, s. 286.

[37] Ülgenalp, S. 6, s. 852 vd; Büyükakın, 34.

[38] 1515 sayılı Kanun m.1; Ülgenalp, S. 7, s. 1042 vd.; Büyükakın, 42.